Altınoluk Dergisi, Sayı : 349 – Mart 2015
İnsanın duygu ve ruh dokusunu sıhhatli oluşturmak, çok kolay bir süreç değildir. Müspet-menfi sayısız kanallardan besleniriz. Bilinçli ya da bilinçsiz bu beslenmeler, zamanla ruh dokumuzun şekillenmesine vesile olurlar. Duygu dünyasının doğru yapılandırılması, şahsiyeti oturmuş bir kişilik kıvamı için olmazsa olmaz bir zarurettir. Bu yapılandırmada doğru bilgilendirme önemlidir, değerleri tanımak ve onlarla bütünleşme gayretleri önemlidir. Sıhhatli bir çevre içinde bulunmak da mühim bir meseledir. Tarih şuuru ise hiçbir zaman ihmal edilmemesi gereken bir kişilik aşısıdır.
En temel öğrenme yollarından birisi taklittir. Önemli olan şuursuz bir şekilde olmamasıdır. Şuurlu taklit, en kısa yoldan öğrenmenin ve tarihi tecrübenin aktarılmasının yoludur. Tarihi sıfırlamak suretiyle yeni bir kişilik inşası, köksüz bir nesil yetiştirecek ve milleti özgüveni olmayan bir kuru kalabalığa dönüştürecektir. Peygamberlerin terbiyesinde bile Yüce Rabbimizin genel kanunlarından birisi, tarihte yaşanan tecrübelerdir. Biz bu yazıda Çanakkale ruhunun şahsımıza ve neslimize aktarılması gereken dinamikleri üzerinde duracağız.
- Bir barış dini olan İslam, daima sulhu (barışı) esas alır. Ancak savaş bir zaruret hâlini aldığında da en şerefli mertebelerden birisinin Allah yolunda şehit olmak olduğu bilinciyle, her ferdi seve seve bu uğurda canını vermeye talip olur. Çanakkale özelinde bu durum, “Kimi Hindu kimi yamyam kimi bilmem ne belâ” olan bir güruhun saldırmasına karşılık, imanlı yüreklerin bir direniş destanı yazmasıdır. Kıyamete kadar iman ve küfür arasında bu nevi savaşlar var olacaktır. Önemli olan imanının davasını güdecek yiğitlere sahip olabilmektir.
İmanın verdiği motivasyon ve heyecanı bir başka vasıta ile yüreklere yüklemek mümkün değildir. Öyleyse nesle aşılanması gereken en önemli dava, îman davası olmalıdır. Şayet bugün “yeni bir Çanakkele’nin yaşanması durumunda vatanımı terkederim” diyen değerlerinden kopuk, davasız bir gençliğin ayak sesleri duyuluyorsa, bu milletin evladına yeni bir Çanakkale ruhu aşısı bir zaruret olmuş demektir.
- Din, özgür bir vatan toprağında yaşanabilir. Müminin izzeti, namus ve şerefi esaret altında asla korunamayacağından, vatanı korumak aynı zamanda bir iman davası hâline dönüşür. Çanakkale’de de uğrunda can verilen, toprak parçası değil, o toprağa şeref veren îman, İslâm ve ilâyıkelimetullah (Allah isminin en yücelere taşınma) ruhudur. Toprak parçasını kutsal davaya dönüştüren sır burada yatar. Üzerinde ezanların gür seslerle okunabildiği, dinin bütün yönleriyle şevk ve aşkla yaşanabildiği bir seccadelik toprağın kıymeti hiçbir şeyle kıyas edilemez. Öyleyse neslimizin toprak kıymetini bilmesi ve gerekirse bu uğurda canını bile verme fedakârlığına sahip olması için toprağı sıradan bir kara parçası olarak görmekten kurtarılması gerekmektedir. Bu ise Çanakkale’yi doğru okumaktan geçer.
- Çanakkale küfrün tek millet olduğunun canlı bir tablosu gibidir. Bu hakikat neslimizin gönlünde dipdiri yaşamalıdır. Zira dostunu ve düşmanını bilmemek büyük bir gaflettir ki, neticesi nedamettir, aldanıştır ve kaybediştir.
- İnanmış ve birbirine kilitlenmiş nice az toplulukların, Allah’ın izniyle nice büyük topluluklara galip geldiği ilâhî mesajı, bir kez de Çanakkale’de kendini göstermiştir. Galibiyyeti gerçekleştiren sırların en önemlilerinden biri, yürekleri aynı atan bir topluluğa sahip olmaktır. İşte Çanakkale böyle bir cemaatin güçlü bir kale oluşturmasıdır ki düşmanın top ve gülleleri onları yıkamamıştır. Elbette zahiren güçlü olmak ve harp vasıtalarına sahip olmak, ihmal edilmemesi gereken bir vazifedir. Ancak bunun da arkasında güçlü yüreklere ihtiyaç vardır ki zaferi kazandıran ruh budur.
- İlâhî yardım ve inâyet, kulların ihlas ve samimi adanışlarının peşinden gelir. Çanakkale böyle bir yardımın apaşikar görüldüğü zaferlerimizden birisidir. Nitekim Churcill’in, Çanakkale’de neden mağlup olduklarını anlatırken söylediği şu sözler bu hakikatin bir itirafı gibidir:
“Anlamıyor musunuz, biz Çanakkale’de Türkler’le değil, Allâh ile harbettik!.. Tabiî ki yenildik…”
Allah’ın yardımını üzerine çekebilecek ihlas ve fedakârlığı göze alabilen bir nesle sahip olmak, bir millet için en büyük güçtür. Bugün de İslâm ümmetinin böyle bir nesle her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyduğu aşikârdır.
- Çanakkale şühedâsı bir ümmet tablosu gibidir. Şam’dan, Bosna’dan, Azerbeycan’dan ve Osmanlı coğrafyasının her bir köşesinden mümin yiğitler, omuz omuza düşman karşısında bir kale oluşturmuş ve şehid olarak ebedî diriliğe Çanakkale’de erişmişlerdir. Bu eşsiz tablo, ümmet birliğinin nasıl bir ruhla bir araya gelebileceğini göstermesi bakımından son derece ilham vericidir.
- Rabbimiz şehidler diridir buyurur. Çanakkale yüz yıl sonra da bugün neslimize bir ruh üflüyorsa oradaki şühedanın diriliğinin en açık nişanıdır. Nesillere diriliş ruhu, bu ebedî diriliğe ulaşmış Allah erlerinin kudsi nefesleriyle üflenecektir.
- İzzet ve şeref korkakların değil, davaları uğrunda gerektiğinde mal ve candan geçmesini bilenlerindir. Bir milleti aziz kılan da böyle bir nesle sahip olmaktır.
Hulasa Çanakkale, bağrındaki diri ruhlarla hâlâ ter ü tazedir. Gönüllerimize ilâyıkelimetullah şuurunu, fedakârlık aşısını, îman ve vatan sevdâsını yükleyebilecek bir manevî iktidara bugün de sahiptir. Kimbilir belki nice yüzyıllar bu diriliğini koruyacaktır. Yüzüncü yılında aziz şehitlerimizi rahmetle yadediyor, onlara layık bir nesil olmayı Rabbimizden niyaz ediyoruz.
Osmanlı Ordu-yı Hümâyûnu
Başkumandanlığı Vekaleti
Şube: 2
Numara: 13180
Matbûât Müdüriyet-i Umumiyesi’ne
Reuter Telgraf Ajansı Çanakkale muhabirinden âtîdeki telgrafnâmeyi almışdır.
Türkler pek merdâne ve necîbâne bir tarzda harb eylemekdedirler. Bunlardan biri şedîd bir ateş altında olduğu halde askerlerimizden birinin yarasını sarmak lütf-ı necîbânesinde, diğer bir Türk neferi dahi mecrûh bir Avustralyalı neferin yanına bir şişe su bırakmak hareket-i insâniyetkârânesinde bulunmuşdur. Mert Türk neferlerinden bir diğeri de İngiliz siperlerinden uzak bir mevkide yaralı düşüp saatlerce aç ve bîtâb kalmış olan bir İngiliz neferine ekmek vermek uluvv-i cenâbını göstermiştir. Türklerle müsâdemede bulunan İngiliz asâkirinin hemen kâffesi Türkler tarafından İngiliz üserâsına pek ziyâde hüsn-i muâmelede bulunulduğunu beyânda yek-zebândırlar.
7 Temmuz,
sene [1]331 /
[20 Temmuz
1915]