Altınoluk Dergisi, 2012 – Ocak, Sayı: 311, Sayfa: 016
Âdem -aleyhisselâm- ile insanlık tarihini başlatan Yüce Rabbimiz, hemen peşi sıra aynı Âdemî hakikat özünden ona bir de eş yaratmış1 ve böylece âile hayatını tesis ederek, onun eşiyle ülfet, merhamet ve muhabbet içinde huzur ve sukûna kavuşmasını murâd etmiştir.
Konuyla ilgili âyetlerde zikredilen ve Türkçemize “eş” olarak tercüme edilen “zevc/zevce” kelimesi, âile müessesesinin huzur iklimi hâline dönüşmesinde son derece önemli bir hakikate işâret etmektedir. Konuyla ilgili yapılan bir araştırmada şu sonuçlar ortaya çıkmıştır:
“Eşler arasında inanç, duygu ve değerler bakımından bir bütünlük söz konusu ise Kur’ân-ı Kerim burada “Zevc/zevce” kelimesini kullanırken, böyle bir bütünlük sağlanamamış ise orada da “Falanın karısı” anlamında sözde bir evlilik ilişkisine işârette bulunmuştur. Nitekim âyetlerde Âdem -aleyhisselâm- ile Havva validemiz arasındaki birliktelik2, Resûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- ile ezvâc-ı tâhirât arasındaki aile ilişkisi3, zevc (eş) kelimesi ile ifade edilirken, Nûh ve Lût -aleyhimesselâm-’ın mü’min olmayan hanımları için zevce denilmemiş ve «Nûhun karısı ve Lût’un karısı”4 denilerek, huzur ve sükûn veren bir âile yuvasının oluşmadığına telmih edilmiştir. Yine aynı şekilde mü’mine bir hanım olan Âsiye validemizle Firavn arasında da îmânda birlik bulunmadığından onunla ilgili de “Firavnun karısı”5 tabiri kullanılmıştır.”
Bu incelik, âile huzurunda birinci esasın, taraflar arasındaki inanç ve değerler paylaşımı olduğunu göstermektedir. Öyleyse evlilikte huzurun temel şartı, bedenlerin güzelliği ve bir araya gelmesi değil, değerlerin birliği ve ruhların ülfetidir. Bu hakikate şu âyet-i kerimede de işâret vardır:
“Müşvrik kadınları, iman edinceye kadar nikâhlamayın; hoşunuza gitse bile müşrik bir kadınla evlenmektense, iman eden bir cariye ile evlenmek daha hayırlıdır. Müşrik erkeklerle de iman edinceye kadar kadınlarınızı evlendirmeyin; iman eden bir köle, -hoşunuza gitse de- müşrik bir erkekten daha hayırlıdır. Onlar, ateşe çağırırlar, Allah ise kendi izniyle cennete ve mağfirete çağırır. O, insanlara ayetlerini açıklar. Umulur ki öğüt alıp düşünürler.” (Bakara Sûresi, 221)
Hayat yolculuğunda neşeli ve huzurlu birliktelik, ancak gönül beraberliği ve huy güzelliği ile sağlanabileceğinden, Allah Resûlü -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de eş seçiminde din ve ahlâk güzelliğine dikkat çekmiştir.
Bu sırra şöyle de yaklaşılabilir: Huzurlu bir gönle sahip olmayan kimselerle, huzurlu yuva kurmak zordur. Huzurlu gönül ise Kur’ân’a göre Allah’la buluşan gönüldür.6 İman, bu buluşmanın ilk basamağıdır. İslâm’ın her bir ahkâmı da ayrı bir huzur iksiridir. İhsân kıvamında bir kulluk7 ise engin bir huzur deryâsına dalmaktır. Huzursuzluğun temeli gönül darlığıdır. İslâm ise gönlü genişleten ilâhî bir nûrdur.
Kur’ân-ı Kerim, âilenin îmân ve İslâm yönünden sürekli görüp gözetilmesi gerektiğini aksi halde ebedî hayatın cehennemle neticeleğini beyan eder.8 Özellikle namaz ibâdeti konusunda titizlikle durulmasını emreder.9 Zira namaz fuhşiyattan ve hoş karşılanmayan her türlü davranış ve muameleden insanı koruyan bir ibâdettir.10 Bilinen bir husustur ki, âile huzurunu bozan ve hatta âileyi parçalayan en büyük günahlar, çoğu zaman şehvetlerin dizginlenememesi neticesinde işlenir. Hatta gözleri, mahremi olmayan kimselere çevirmek, gönlü kaydırıp sadakat ve güveni zedeleyeceğinden, Kur’an tarafından yasaklanmıştır.
Eşlerin göz ve gönüllerini etrafa değil de birbirine çevirmesi, meşrû istek ve haklarının en güzel bir şekilde yerine getirilmesi sayesinde gerçekleşebilecektir. Kur’ân-ı Kerim bu hususlarda da mü’minlere sık sık uyarılarda bulunmuştur. Hatta denilebilir ki, Kur’an’da en detaylı hükümler, âileye dair olanlardır.
Gönül eşini bulamamış her insan, hem huzursuzdur ve hem de yarımdır. Huzursuzdur; çünkü Mevlânâ’nın ifâdesiyle, “Ayakkabının biri sıkarsa, diğeri de işe yaramaz hâle gelir”. Yarımdır; zira eşler birbirini tamamlayan iki ayrı cüzdür. Birinin eksikliği diğerini de yarım bırakır. İşte bu sebepledir ki, Rahmân’ın has kullarının Rablerinden hususi isteklerinden biri de “Göz nûru ve gönül sürûruna vesile olacak eşler ve çocuklara sahip olmaktır.”11
Eşini tamamlayan eş olmak, her bir eşin temel hedeflerinden biri olmak durumundadır. Bu da her birinin kendi rolünü en güzel şekilde îfâ etmesiyle mümkündür. Kadının erkeğin rolünü üstlenmesi ya da erkeğin hanımlaşması yine huzuru berhava edecektir. Zira her cinse verilen fazilet farklıdır. Tam da bu konu ile ilgili şöyle bir rivâyet nakledilir:
Ümmü Seleme (r.a.) bir gün Rasûlullah’a: “Ey Allah’ın Resûlü! Erkekler savaşıyor, biz savaşamıyoruz. Biz mirasta onların aldığının yarısını alıyoruz” diyerek açıklama ister. Ayrıca kadınların hicretlerinin Kur’ân’da zikredilmemesi, bir erkek şahide karşılık iki kadın şahidin gerekli olması gibi hususlar hatırlatılarak, her türlü amelin karşılığında kadınların erkeklerden geri olup olmadığı sorulur. (Tirmizî, Tefsir 4/8-9) Bunun üzerine şu âyet nâzil olur:
“Allah’ın bir kısmınıza diğerlerinden daha fazla verdiği, dolayısıyla başkalarında bulunup sizde olmayan şeylere göz dikip imrenmeyin. Erkeklere çalışıp kazandıklarından bir pay olduğu gibi, kadınlara da çalışıp kazandıklarından bir pay vardır. O halde çalışın da, daha hayırlı şeyleri Allah’ın lütfundan isteyin. Şüphe yok ki Allah her şeyi bilir.” (Nisâ Sûresi, 32)
Her yolculukta olduğu gibi evlilikle başlayan bu hayat yolculuğunda da hoşa gitmeyen bir takım hâdiseler yaşanması her zaman mümkündür. Böyle durumlarda Kur’ân’ın ilk tavsiyesi, öncelikle meseleye olumlu yaklaşmaktır:
“…Onlarla (kadınlarınızla) iyi geçinin. Eğer kendilerinden hoşlanmadınızsa olabilir ki bir şey sizin hoşunuza gitmez de, Allah onda birçok hayır takdir etmiş bulunur.” (Nisâ Sûresi, 19)
Zaman zaman aile içinde eşler arasında düşmanlığa kadar varan huzursuzluklar da olabilir. Böyle durumlarda da tedbirli olmakla birlikte affetmek ve hoş görmek tavsiye edilmiştir:
“Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olabilecekler vardır. Onlardan sakının. Ama affeder, hoş görüp vazgeçer ve bağışlarsanız şüphe yok ki Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Teğâbun Sûresi, 14)
Huzursuzluğun ve ahlâkî zaafların daha da artması hâlinde ise daha farklı tedaviler tavsiye edilir. Önce nasihatle uyarılır, bir müddet yataklar ayrılır ve aşırı zarar vermeden te’dib edilir.12
Aileyi kurtarmak için boşanmadan önce son çare olarak da eşlerin yakınlarından samimi iki kişinin aracı olması istenir.13
Bütün bu süreçler, Kur’an’da safha safha anlatılır. Bu durum, Yüce Rabbimizin evlilik müessesesine verdiği ehemmiyeti göstermesi bakımından son derece dikkat çekicidir.
Âile ağacının meyvesi diyebileceğimiz çocuklar da âile saadetinin tamamlayıcı unsurlarıdır. Huzurlu eşlerin oluşturduğu aile ikliminde umumiyetle sıhhatli nesiller yetişirken, ülfet ve muhabbetten mahrum yuvalarda göz nuru evlatların yetişmesi zordur.
Çocukların huzuru bozan değil, artıran fonksiyon icra etmesi, hiç şüphesiz doğru ilişkilere bağlıdır. Anne babadan küçüklere sevgi, şefkat ve merhamet kanatlarının açılması, küçüklerden büyüklere doğru da nezaket ve hürmet duygularının yükselmesi, yuvayı cennet bahçesine çevirecektir.
Son olarak şu hususa da dikkat çekmek isteriz ki, huzurlu bir âile yuvasının tesisi, kuruluşunda, devamında ve hatta cennete kadar sürmesinde, ilâhî yardım ve rahmete daima ihtiyaç hisseder. Bunun için de eşlerin ve evlatların dua ve niyaz dolu bir ömür sürmesi, Kur’ân-ı Kerim’in âile huzuru için gösterdiği hidâyet reçetelerindendir.
Dipnotlar: 1) Bkz. Nisâ Sûresi, 1. 2) Bakara Sûresi, 35. 3) Ahzâb Sûresi, 6. 4) Tahrim Sûresi, 10. 5) Kasas Sûresi, 9. 6) Ra’d Sûresi, 252. 7) İhsân; Allah’ı görüyormuşçasına ya da O’nun tarafından sürekli görüldüğünün farkında olarak yaşanan bir kulluk hayatı. 8) Tahrim Sûresi, 6. 9) Tâhâ Sûresi, 132. 10) Ankebût Sûresi, 45. 11) Furkân Sûresi, 74. 12) Nisâ Sûresi, 34. 13) Nisâ Sûresi, 35.