Altınoluk Dergisi, 2013 – Ocak, Sayı: 323, Sayfa: 006
Âdem -aleyhisselâm- ile başlayan insanlık tarihinde âile hayatı, dâima var olagelmiş en köklü müesseselerden biridir. Bir müessesenin kuruluşu elbette önemlidir; fakat istikrar ve huzur içinde devamı daha da önemlidir. Tarihin bize öğrettiği en temel hakikatlerden birisi şudur ki, âileden devlete kadar bütün müesseselerin ayakta durması, devam ve huzuru ancak adâletle sağlanabilmiştir. Adâlet, her hak sahibine hakkını vermektir. Adâletin olmadığı yerde zulüm vardır. Mazlûmiyetler üzerine de fazilet, huzur ve saâdet inşa etmek mümkün değildir. Esasen her insanın içinde bir firavun olma potansiyeli vardır. Muktedir olma durumunda kendini gösterir. Bu iktidar, bazen zenginlikte ortaya çıkar, bazen mevki ve makama erişince kendini gösterir, bazen de güç ve kudretin zirvede olduğu gençlik ve orta yaş dönemlerinde zuhur eder. Rabbimiz, insanın çok çok zulmeden bir varlık olduğunu bildirir1. Bu bakımdan da ona zâlim olmamanın yollarını gösterir. İçindeki canavara nasıl dur diyebileceğinin esaslarını kor, hudutlarını çizer. Kur’ân-ı Kerim’de en detaylı konular, âile hayatına dairdir. Âilenin kuruluşunda, nikah ve mehir meselelerinden; devamında, eşlerin ve çocukların birbirlerine karşı muamele ve haklarından; boşanma zaruret olmuş ise hakların nasıl tevzi edilmesi gerektiğinden; ölüm vuku bulmuş ise mirasın nasıl taksim edileceğinden ayrıntılı bir şekilde bahseder. Bu durum, âile hayatında bilerek ya da bilmeyerek zulme düşme alanlarının çok olduğunu göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Kur’ân-ı Kerim’de birçok konu, bazen daha iyi anlaşılması bakımından bir tablo/kıssa olarak da sunulur. Bunlardan birisi de âile hayatına dair yaşanmış bir mazlûmiyet sahnesidir. Kocası karşısında zor durumda kalan bir kadının feryadına Rahmân ve Rahîm olan Rabbimiz hem de müstakil bir sûre indirerek (Mücâdele Sûresi) cevap verir. Olay şöyle cereyan etmiştir: “İslâm öncesi câhiliyye döneminde adına “zıhâr” denilen kötü bir âdet vardı. Buna göre bir koca hanımına: “Sen bana anamın sırtı gibisin” dediği zaman, artık hanım ona ebediyen haram sayılırdı. Fakat boşanma da gerçekleşmez, kadın evli iken kocasız duruma düşerdi. Ashâb-ı kiramdan Evs b. Sâbit de, kızgınlığa kapılarak hanımı Havle’ye böyle bir zıhâr yapmıştı. Havle (r.a) gelip durumu Allah Rasûlü (s.a.v)’e arzetti. Gençliğini kocası uğruna tükettiğini, ona çocuklar verdiğini, ama şimdi yaşlanınca kapı dışarı edildiğini dertti dertli anlattı. Perişan hâline bir çare bulmasını söyledi. Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- ise mevcut uygulamadan hareketle “sen ona haramsın” buyurdu. Havle iki defa daha gelip ısrar etmesine rağmen aynı cevabı aldı. Sonra halini Cenâb-ı Hakk’a şöyle arzetti: ÇAllahım! Çok yalnızım. Bu ayrılık bana çok acı verecek. Küçük çocuklarım var; onları babalarına bıraksam perişan olacaklar, yanıma alsam aç kalacaklar. Halimi sana arz ediyorum, beni bu sıkıntıdan kurtar! Rasûlü’nün dilinden bir vahiy inzal buyur!È2 Kısa bir süre sonra şu âyetler indi: “Resûlüm! Allah, kocası hakkında sana müracaat edip seninle tartışan ve hâlini Allah’a şikâyette bulunan kadının sözlerini elbette işitti. Zâten Allah, o sırada sizin karşılıklı konuşmanızı işitiyordu. Hiç şüphesiz Allah, her şeyi hakkiyle işiten, her şeyi hakkiyle görendir.
İçinizden “sen bana annemin sırtı gibisin” diyerek hanımlarına zıhâr yapanlar bilsinler ki, o kadınlar onların anneleri değildir. Onların anneleri, ancak kendilerini doğurmuş olan kadınlardır. Gerçekte onlar, bu sözleriyle çok çirkin ve gerçek dışı bir söz söylemiş oluyorlar. Bununla birlikte Allah, elbette çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır.” (Mücâdele Sûresi, 1-2)3
Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem ile Havle (r.a) arasında geçen bu hâdiseye şahit olan Hz. Âişe validemiz şöyle der: “Bütün sesleri işiten Allah ne kadar yücedir! O kadın hâlini anlatırken ve Allah’a yalvarırken öylesine yavaş, fısıltıyla konuşuyordu ki dediklerinin bir kısmını, yanında olmama rağmen, ben bile işitemiyordum.” (İbn Mâce, Talak 25/2063) Yüce Rabbimiz, âile hayatında zulme düşme ihtimali çok olması sebebiyle sürekli affetme faziletine vurgu yapar. Bilinen bir husustur ki, insanın maskesinin düştüğü tek yer âile hayatıdır. Maskelerin düştüğü yerde eksiklikler, ayıplar ve kusurlar da kendini gösterecektir. Bu durumda iktidarı elinde bulunduran taraf, affedici, kusurları zaman zaman görmezden gelici, idare edici ve sabredici olursa, huzur ve saadetin devamına en büyük katkıyı göstermiş olur. Her şeyi güç ve kudret gösterisiyle, tehditlerle ve zorbalıkla düzeltmeye kalkarsa da zulme düşeceğinde şüphe yoktur. Hevâ ve arzuların -iyi niyetle de olsa- hâkim olduğu müesseseler, bir gün huzursuzluğa mahkûm olacaktır. İlâhî esasların ve edeplerin yaşandığı âileler ise Rabbimizin rahmet, feyz ve bereketine nâil olacağından, istikrar, huzur ve sükûn cennetine dönüşecektir. Âilede eşler arasındaki hukuk kadar, çocukların hukukunu da ciddiye almak gerekmektedir. Bir fıkıh meselesi olarak çocukların harçlıklarından -anne-baba kendileri vermiş olsalar bile- çocuklarının rızası, izni ve haberi olmadan alıp kullanmalarının helal olmadığını öğrendiğim zaman çok şaşırmıştım. Fakat böyle bir durumun o küçük gönüllerde nasıl bir üzüntüye sebep olacağını düşününce de dinin her bir esasının ne büyük bir huzura vesile olduğunu yeniden farkettim. Konuyla ilgili çağımızın büyük mürşitlerinden Sâhibü’l-vefâ Mûsâ Efendi -kuddise sirruh-’un yetmişli yaşlarda anlattığı şu güzel hatıra, anne-babalar için büyük bir ibret ve terbiye sahnesidir: “Merhum babacığım bir gün benden beş kuruş istediler (o zamanlar günlük gazete ücretleri beş kuruş idi). Onunla gazete aldılar ve okudular. Takriben on beş gün geçmişti ki, ÇOğlum senden aldığım şu beş kuruşu alÈ diye iade ettiler. Bu harekette ehli firâset için çok ince adâb ve istikamet düstûru vardır. Bunu çok akraba ve ahbaplarıma anlatmış isem de sanki masal dinler gibi dinlediler, hiç umursamadılar. Muamelede bu lakaydîlik düsturu zaman gelir herkese karşı tatbik edilir. Yani haksızlık ve yolsuzluğa kadar yol açılmış olur.” Evet, küçük şey yoktur. Zulmün küçüğü zamanla büyür, felâketlere sebep olabilir. Faziletin küçüğü de zamanla büyür, hayatı cennete dönüştürebilir. Öyleyse âilede adâleti ayakta tutmak, ona yapılacak en büyük yatırımdır. Kendi aleyhimize olacağını bile bile adâleti tercih etmek, uzun vadede büyük bir kazancın yatırımı olacaktır. Netice olarak zulmün sözle yapılanın da, elle yapılanın da, gözle yapılanın da Rabbimiz tarafından dikkate alındığının farkında olunmalı ve bunun mutlaka bir karşılığının olacağı da asla unutulmamalıdır. Dipnotlar: 1) Ahzâb Sûresi, 72. 2) bk. Taberi, Tefsir, XXVIII, 2-3. 3) Âyetlerin devamında, zıhâr yapanın yeniden âile hayatını devam ettirmek istemesi durumunda neler yapması gerektiği detaylı bir şekilde anlatılır.