Altınoluk Dergisi, 2013 – Şubat, Sayı: 324, Sayfa: 016
Fert ve toplumların sevk ve idâresinde, terbiye ve terakkisinde önderliklerin inkâr edilmez bir tesiri söz konusu olagelmiştir. Taklit ve tebaiyyet de, hemen herkesin, hayatının belli safhalarında ve alanlarında ihtiyaç duyduğu bir zaruret olmuştur. Bu durum, Rabbimizin topluluk hâlinde yaşayan varlıklar için koyduğu bir sünnetullah gibidir. Arılar, kuşlar, karıncalar, cinler, melekler ve daha bizim bilemediğimiz nice yaratıklar, kendi içlerinde bir takım liderliklerin etrafında şekillenmişlerdir. İnsanlık âlemi söz konusu olduğunda da durum farklı değildir. Önemli olan nasıl bir liderliğin etrafında yer aldığımızdır. Tarih boyunca şeytânî liderler, firavunlar, ceberût zâlimler etrafında tebaa olanlar var olageldiği gibi Peygamberlerin, Rabbânî âlim ve âriflerin, adâlet ve hakkı üstün tutan liderlerin etrafında da hâlelenmiş talihli zümreler hep bulunagelmiştir. Dînî hayat da başta peygamberler olmak üzere dînî liderliklerin etrafında yaşanagelmiştir. Rabbimiz bu liderliğe, “takvâ liderliği”, yani dînin Allah’ın râzı olacağı bir kıvamda yaşanmasına öncülük etme sorumluluğu adını vermiştir. Hatta “Rahmân’ın kulları” adını verdiği ve vasıflarını uzun uzun saydığı bir zümreye de, kendilerini böyle önderler kılmasını Rablerinden istemeleri tavsiyesinde bulunmuştur1. Biz bu yazıda görüp tanıyan hemen herkesin “örnek bir takvâ önderi” olduğuna hüsn-i şehâdette bulunduğu “Sultânü’l-ârifîn Mahmûd Sâmi Ramazanoğlu Ğkuddise sirruh- Hazretleri”nin işte bu yönüne dikkat çekmek istiyoruz. Hemen her önderlik, hemcinslerine göre en az bir adım önde bir altyapıya sahip olanların üstlendikleri bir sorumluluktur. Takvâ önderliği de yaratılış ve müktesebât (kazanımlar) olarak elbette güçlü bir zemin üzerine binâ edilebilir. Abdülkadir Geylânî, Şâh-ı Nakşbend, İmâm Rabbânî, Halid-i Bağdâdî, Hacı Bayrâm-ı Velî, Mevlânâ Celâleddin er-Rûmî ve Aziz Mahmûd Hüdâyî gibi takvâ önderlerinin hayatlarını ve tesirlerini incelediğimiz zaman kendilerinde güçlü bir altyapı olduğunu ilk nazarda müşâhede ederiz. Bu altyapıda, istidat vardır, ilim vardır, irfan vardır, hâl vardır, terbiye vardır, hizmet vardır, mücâhede vardır, dirâyet vardır ve en önemlisi de ilâhî bir tevfîk2 vardır. İşte Sâmi Efendi Hazretlerinin takvâ önderliğinde de böyle bir arka plan mevcuttur. Şöyle ki: Muhterem Üstâz, Rabbimizin büyük bir lütfu olarak Halid b. Velid’e kadar uzanan asil bir soydan; Ramazanoğulları sülâlesinden gelmektedir. İnsanlar madenler gibidir ve bugün genetik ilminin ulaştığı sonuçlardan da öğreniyoruz ki karakterin teşekkülünde kişinin geldiği soyun da bir önemi vardır. İnsanlar neseplerini kendileri tayin edemediğinden, bu konu ancak kader sırrı ile izah edilebilecektir. Rabbimizin kullarına ihsanları farklı farklıdır ve herkes kendisine verilenden hesaba çekilecektir. İstidat Hak vergisi ise de bu istidâdı korumak ve geliştirmek için gösterilen gayretler de son derece önemlidir. İşte Sâmi Efendi Hazretlerinin bu yolda gösterdiği irâde, azim ve mücâhede her türlü takdirin üstündedir. Kendisi hakkında helâl olmakla birlikte, ne olur ne olmaz endişesiyle, babasından kalan mirâsı infak edip el emeğiyle geçinme adına bir işletmenin muhasebesini tutma vazifesini tercih etmesi, onun tertemiz fıtratını lekelememe arzusudur. Zira mârifetullah ilminde ve takvânın gerçekleşmesinde en önemli temel yapı taşlarından biri helâl lokmadır. Her çeşit liderlikte alanına göre ilim/bilgi bir güçtür ve gereklidir. Rabbimiz, kendilerine ilim verilen kimseleri yücelteceğini vadetmiştir3. Takvâ önderliğinde de bu durum değişmemektedir. Rabbimizin vasıtalı ya da vasıtasız bir şekilde satırlardan ya da sadırlardan ilim lutfettiği kimseler, toplumda tabii olarak rehber kabul edilegelmişlerdir. Böyleleri, ilminin gereğini îfâ etme bahtiyarlığına nâil olmuşlar ise ilâhî kanun onları gerilerde bırakmamıştır. Sâmi Efendi Ğkuddise sirruh- Hazretleri de bu alanda kendi döneminin şartları içerisinde önemli bir ilmî altyapıyı gerçekleştirmiştir. Lüzumlu olan dînî ilimlerin tahsilinin yanı sıra, Osmanlı Cihân Devleti’nin İslâm Hukuku merkezli hukuk kültürünün öğretildiği Dâru’l-fünûn Hukuk Fakültesi’ni de başarıyla tamamlamıştır. Bu tahsil ona, bu önderlikte ciddi bir dirâyet ve muhakeme katkısı sağlamıştır. Nitekim bu büyük zât, önüne çıkan problemlerin çözümünde bu altyapısından her zaman istifade etmiş ve “Mecelle” diye bilinen hukuk külliyatının esaslarını çoğu zaman bir çözüm referansı olarak göstermiştir. Yazdığı eserler de onun dînî kültürünün genişliğine ve derinliğine delil olarak kâfîdir. Takvâ önderliğinde önemli diğer bir altyapı da Rabbânî bir terbiyeye mazhar olmaktır. Kur’ân-ı Kerim ve Allah Resûlü’nün sünnetini hayat hâline getirmeden böyle bir terbiyenin gerçekleşmesi asla düşünülemez. Sâmi Efendi Üstadımız, bu alanda da son derece ciddi ve azimlidir. Nitekim Maneviyatta Üstâdı olan Muhammed Es’ad Erbili Ğkuddise sirruh-, onun bu yoldaki başarısını şu sözleri ile tespit etmiştir: “ÉSâmi Efendi evlâdımız, gençlik günlerini nezih dînimizin kurtarıcı dâiresi içerisinde geçirmiş, yüce Nakşibendiyye yoluna hizmet etmiş, bu hususta bütün gayretini sarf etmiş ve bu yoldaki ciddiyetini açıkca ortaya koymuşturÉ Cenâb-ı Hak’tan niyâz ederim ki; tertemiz şerîatin ve nurlu tarîkatin hükümlerini yerine getirmekteki şevk, şetâret ve neşesini Rabbim bir kat daha artırsın!”4 Gerçekten de muhterem Üstazın, ilâhî ahkâmı yaşama ve yaşatma ideali, her türlü takdirin üstündedir. Özellikle irşâd hayatında, şer-i Şerif’e riâyet edilmeden hiçbir manevî terakkinin söz konusu olamayacağını sürekli hatırlatmışlardır. Hatta tasavvufî eğitimin, Kur’an ve sünneti, zâhir ve batınıyla, sûret ve hakikatiyle yaşamaktan ibâret olduğunu hemen her fırsatta beyan etmişlerdir. Allah ve Resûlünün her bir emrini ve tavsiyesini büyük görerek, onları hayata geçirme azmini sürekli canlı tutmuşlardır. Onun bu yönünü, özellikle hak ve hukuk alanında, helal kazanç meselelerinde ve mahremiyet sınırlarına dikkat etme hassasiyetinde daha çok müşâhede etmek mümkündür5. Takvâ önderliği, teorisyenlik değildir; tatbikî olarak işin içinde ve önünde olmayı gerektirir. Bu sebeple de böyle bir liderliğin yanında pratik olarak da öğrenilmelidir. Sâmi Efendi Ğkuddise sirruh-, bu yönünle de özel bir ikrâma mazhar olmuştur. Osmanlı Cihân Devleti’nin sonlarında Şeyhû’l-meşâyıhlık vazifesini deruhte etmiş, büyük mürşid Muhammed Es’ad Erbilî’nin yanında manevî terbiye görmüş ve irşâd vesikası demek olan mürşitlik icâzetini ondan almıştır. Bu vesika, onun hem takvâsına hem de takvâ önderliğine bir şehedetnâme hüviyetindedir6. Bir ustanın icâzeti/diploması önemlidir ve fakat gereği icrâ edilmeden meyvesi görülemeyeceğinden, bu icazet, liyakate bir nişan ise de liderliğe bir alâmet sayılamaz. Sâmi Efendi Üstadımızın takvâ önderliği, -kıymetli de olsa- bir kağıt parçası üzerinde kalmamış, bir asra yakın ömrünün hemen hemen yarısı (1939-1984), bir mürşid-i kâmil ve mükemmil olarak geçmiştir. Bu müddet zarfında Pek muhterem evlâdı ve manevî vârisi olan Mûsâ Efendi Ğkuddise sirruh-’un ifâdesiyle nice velilerin yetişmesine öncülük etmiştir. Onun takvâ liderliğinin temel mesajları, üslûbu ve metotları hakkında kitaplık çapta bir çalışmaya yetecek kadar malzeme var ise de biz burada belli başlılarına dikkat çekmekle yetinmek durumundayız. Şöyle ki: Her şeyden önce bütün ârifler gibi O’nun çağrısı da doğrudan Allah’a ve O’nun rızasını kazanmaya yönelik olmuştur. Bunun gerçekleşmesi için de takvâ hayatına ihtiyaç vardır. Zira insan mükerrem olarak yaratılmış ise de onun bu mükerremiyeti takvâya bağlıdır. Takvâ ise ilâhî emir ve yasaklara riâyet etmek sûretiyle kendini korumaktır. Nefsi tezkiye etmeden yani onu kötü duygu, düşünce ve huylardan arıtmadan takvâ hayatında muvaffak olmak da zordur. Kalbin tasfiyesi diğer bir ifâdeyle kalb-i selîme ulaşmak ancak böyle bir süreçten geçmekle mümkündür. Bunun tasavvuftaki adı seyr u sülûktür. Sâmi Efendi Ğkuddise sirruh- bu yolculuğun sıhhatli bir şekilde yürümesi için şu esaslar üzerinde hassasiyetle durmuşlardır: 1. Akideyi (inanç esaslarını) ehl-i sünnet imamlarının belirlediği şekilde tashih etmek. Bu husus, bütün terbiyenin temelini teşkil eder. O şöyle buyurur: “Şayet bütün manevî hâl ve vecdleri bize verseler, fakat hakikatimizi ehl-i sünnet ve’l-cemâat akaidiyle (inanç esaslarıyla) süslemeseler bu durumu haraplıktan ve perişanlıktan başka bir şey saymayız. Ve eğer bütün haraplıkları bizde toplasalar ve fakat akaidimizi ehl-i sünnet ve’l-cemâat akaidiyle taltif etseler, bu hâlimizden de hiçbir korku ve keder duymayız.”7 2. Kur’ân-ı Kerim ahkâmına ve Allah Resûlü Ğsallallahu aleyhi ve sellem-’in sünneti seniyyesine harfiyyen uymak. Muhterem Üstaz bu konuda da şöyle buyurur: “Hakk’ın zâtî muhabbetine erişmek, Allah Resûlüne tabi olmadan asla mümkün değildirÉ”8 3. Allah’ı çok çok zikretmek suretiyle kalp katılığından kurtulmak ve gönlü diriltmek. O şöyle buyururdu: “Kul, zikrullâh ile günahlardan arınır. Tezkiye-i nefse de ancak zikrullâh ile nâil olabilir. Tasfiye-i kalbin de yegâne medârı, zikrullâh’a çokça devam etmektir. Zikrullâh ile kul, Allâh’a ibadete kuvvet kazanır, şeytanın hîle ve tuzaklarından kurtulur. Akıllı insan, Allâh’ı çok çok zikretmelidir. Zira zikir, iç dünyanın temizlenmesine sebep olduğu gibi kalbin cilâlanmasını da sağlar. Hakîkî hayat sahibi, ancak kalbi diri olan kimsedir. Çünkü kalp, Beytullah’tır. Orada Allah muhabbeti ve zikri yoksa o kalp ölüdür.”9 4. Nefs tezkiyesi ve kalp tasfiyesinde şu beş esasa riayet etmek zaruridir: a. Az yemek. b. Seher vaktinde dua ve niyaz halinde bulunmak. c. Zikr-i daimî sahibi olmak; Allah’ı çok çok zikretmek. d. Salih ve sâdıklarla beraber olmak. e. Kur’ân-ı Kerim’i mânasını düşünerek okumak.10 5. Bu terbiye yolunda edebe riâyet etmek de son derece mühim görülmüştür. Buyurmuşlardır ki: “Edeb bu yolun en mühim esasıdır. Bu yolda edeble yürünür, edebi olmayan kimse mânen kovulur.”11 Sami Efendi Ğkuddise sirruh- edeb ve nezâket itibariyle tanıyanlarının ifadesiyle zamanının yektâsıdır. Hatta bu sebeple kendisine: “Melek Sâmi Efendi” denilmiştir. 6. İslâm kardeşliğinde ve İslâm’a hizmette sahabe-i kiramı örnek almak. Muhterem Üstaz, bu hâli gerçekleştirmek için de sahâbe-i kiramın hayatını sürekli kitaplarına ve sohbetlerine taşımıştır. Sâmî Efendi Ğkuddise sirruh-’un irşad ve hizmet metodunda da nebevî bir üslup hakim olmuştur. Rıfk, mülayemet ve kimseyi incitmeme hassasiyeti onda tabii bir meleke hâline gelmiştir. Büyük bir tevâzu, mahfiyet ve firâsetle muhataplarını sözden ziyâde hâl ile eğitmişlerdir. Sâhibu’l-vefâ Mûsâ Efendi, Üstadı Sami Efendinin bu yönünü şöyle anlatırlar: “Üstazımız, ihvânı terbiye etmekten ziyade, kendilerini terbiye etme (örnek olma) yolunu tercih etmişti. Yani kendini terbiye ettikçe, ihvan da terbiye edilmiş olur dolayısıyla. Bazı veliler dâima, şunu yapın bunu yapmayın, şunu yiyin bunu yemeyin derler. Üstazımızın ağzı kilitli. Akran gibi refik. Hatta bilakis o arkadaşına hizmet etmek isterdiÉ”12 Terbiyenin merkezine kalbi koymak ve daima gönlü gözetmek. İlgiyi gönle odaklamak, muhatabı gönle almak, gönle girmek ve itibarı da gönle göre yapmak. İşte muhterem Üstazın insana yaklaşım ve terbiye usullerinden bazıları.
Netice olarak Sultânu’l-ârifîn Mahmûd Sâmî Ğkuddise sirruh-, Allah Resûlü Ğsallallahu aleyhi ve sellem-’in izinde, ona verâsetle çağımıza lutfedilmiş gerçek takvâ önderlerinden biridir. Vefatının 29. Yılında kendisini rahmetle anıyoruz.
Dipnotlar: 1) Bkz. Furkân Sûresi, 63-74. 2) Tevfîk: Allah Teâlâ’nın bir kulunu, akl-ı selîme ve şer’i-şerife uygun olan hususlarda başarıya eriştirmesidir. 3) Mücâdele Sûresi, 11. 4) M. Es‘ad Efendi, Mektûbât, s. 161-162, no: 134. 5) Konuyla ilgili örnekler için bkz. Mustafa Eriş, Mahmûd Sami Efendiden Hatıralar I, II. 6) Bkz. M. Es‘ad Efendi, Mektûbât, s. 161-162, no: 134. 7) Bkz. Mahmud Sami Ramazanoğlu, Musâhabe I, sh. 99. 8) Bkz. Mahmud Sami Ramazanoğlu, Musâhabe I, sh. 95. 9) Bkz. M. Sâmi Ramazanoğlu, Musâhabe, VI, 95; Yûnus ve Hûd Sûreleri Tefsirî, s. 148; Bakara Sûresi Tefsirî, s. 259; Hz. Yûsuf, s. 26. 10) Mahmud Sami Ramazanoğlu, Bayram Sohbetleri, sh. 41. 11) Mahmud Sami Ramazanoğlu, Bayram Sohbetleri, sh. 94. 12) Allah Dostunun Dünyasından Hacı Mûsâ Topbaş Efendi İle Sohbetler (Hazırlayan: Erkam Yayınları) s. 124-125.