Altınoluk Dergisi, 2014 – Haziran, Sayı: 340, Sayfa: 009
Kur’ân-ı Kerim, insanoğlu için en büyük başarı ve kurtuluş olarak “cehennemden uzaklaştırılıp cennete girebilmeyi” hedef gösterir1. Bu hedefe ulaşmak kolay değildir. Yol tuzaklarla doludur. İnişler, çıkışlar, tehlikeler, sarp yokuşlar, ibtilâlar, hayır gibi görünen şerler, şer gibi görünen hayırlar ve daha neler ve neler, bu yolculuğun sürprizlerinden bazılarıdır. Nefsin iç fısıltıları ve hileleri, insan ve cin şeytanlarının vesvese ve aldatmaları, dünya ve içindekilerin cazibesi, günahların çekiciliği, taat ve ibadetlerin nefse ağır gelişi ve buna benzer binlerce mâniaları aşıp cennete varabilmek, elbette kolay değildir. Dünya geçidinden selametle geçmek, kabir koridorlarında emniyet içinde mahşer nöbetini beklemek ve hesap gününde yüzü ak olarak Rabbin huzuruna varabilmek ve nihâyet sıratı geçip cehennem çukuruna düşmeden cennet kapısından içeri girebilmek, ne büyük bir felâh ve kurtuluştur. İşte Kur’an, başarı denilecekse, ancak buna başarı ve kurtuluş denilebileceğini beyan eder. Bu büyük kurtuluş, elbette Allah’ın yardım ve inayeti olmadan asla düşünülemez. Nitekim cennete giren bahtiyar kulların, bu hakikati hamd ve şükür duyguları içinde itiraf ettiklerini Kur’an bize şöyle haber verir:
“(Cennete giren kimseler) dediler ki: “Lutfedip bizi buraya getiren Allah’a hamdolsun, Allâh bizi getirmeseydi, biz bunu bulamazdık! Rabbimizin elçileri, gerçeği getirmişler (söyledikleri doğruymuş). Onlara: “İşte size cennet; yaptıklarınıza karşılık o size mirâs verildi” diye nidâ edildi.” (A’râf Sûresi, 43)
Madem ki, Rabbin kuluna yardım ve inayeti (tevfîk ve hidâyeti) olmadan bu sonuca erişmek zordur, öyleyse kulu Rabbin maiyyetine (beraberliğine) ve yardımına eriştiren inanç, amel ve ahlâkî faziletler ve vesileler nelerdir? Esasen bu sırrın keşfi, bize büyük bir ilâhî ikram olacaktır. Zira ilâhî maiyyete mazhar olanlarda, korku ve hüzne yer yoktur. Bu konuda Kur’ân-ı Kerim’den iki misal aktaralım: Mûsâ –aleyhisselâm-, Firavunun zulmünden kurtarmak için kavmini geceleyin yola çıkarır. Bunun üzerine Firavun ve yandaşları “Güneş doğarken Mûsâ ve arkadaşlarını yakalamak için onların peşine düşerler. İki topluluk yaklaşıp birbirini görünce, Mûsâ’nın adamları: «Eyvah! Biz kesinlikle yakalandık.» derler. Mûsâ ise «Hayır, Rabbim benimle beraberdir, O bana kurtuluş yolunu gösterecektir.» der. Bunun üzerine Mûsâ’ya: «Âsânı denize vur.» diye vahyettik. Vurunca deniz hemen yarıldı, her bölüm büyük bir dağ gibi oldu. Diğerlerini de oraya yanaştırdık, onlar da açılan denize girdiler. Musa’yı ve beraberindeki kimseleri toptan denizi geçirip kurtardık. Sonra ötekileri denizin kapanmasıyla boğduk. Doğrusu bunda büyük bir ibret ve işâret vardır..” (Bkz. Şu’arâ Sûresi, 52-67) Demek ki, Rabbimiz bir kuluna beraberliğini lütfetmişse o kul, yolda kalmaz, hiçbir tehlike onu yolundan alıkoyamaz. Sevr mağarasında zorda kaldıklarında Allah Resûlü–sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de, yol arkadaşı olan Ebu Bekir Sıddîk’a aynı hakikati hatırlatıyordu: “Mahzûn olma (kardeşim!) Allah bizimle beraberdir.” (Tevbe Sûresi, 40). Şimdi yukarıdaki sorunun cevabını arayalım. Evet, her çeşit korku ve hüznü kaldıran bu maiyyet-i ilâhiyye sırrına, kulu erdiren vesileler nelerdir? Kur’ân-ı Kerim her şeyde olduğu gibi burada da bize yol gösteriyor ve Allah Teâlâ’nın beraberliğine (tevfîk ve hususî hidayetine) mazhar olan kulları şöylece haber veriyor:
“Allah mü’minlerle beraberdir.” (Enfâl Sûresi, 19). Îmân yüreğine oturmuş ve imanıyla itmi’nan bulmuş mvvMü’min” olan Rabbimiz, mümin kullarını dünyada, kabirde ve mahşerde güvende tutacaktır. Herkesin korktuğu günde onlar emniyetin huzurunu yudumlayacaklardır. Bu huzurun derecesi, elbette imanın derecesiyle doğru orantılı olacaktır. İmanda yakîne ermek, cennete daha dünyada iken girmenin ilk adımı olacaktır.
“Allah muttakilerle beraberdir”. (Bakara Sûresi, 194; Tevbe Sûresi, 36, 123). İlâhî maiyyete mazhar olan kimselerin en temel vasıflarından biri takvâ sahibi olmalarıdır. İlâhî azamet karşısında yürekleri ürperen, Rabbin çizdiği hudutlar içerisinde bir hayat sürme adına büyük bir hassasiyet gösteren, Hakk’ın azabına ve gazabına uğramaktan kendini koruyan ve kendi acziyetlerinin farkında olarak, Rabbîn korumasına sürekli sığınan muttaki kullar. İşte Rableriyle beraberlik sırrından nasip alan bir grup da bunlardır. “Allah böylelerine daima bir çıkış yolu lütfeder, ummadıkları yerden kendilerine nice nice rızıklar ve nasipler gönderir.”3
“Allah Muhsinlerle beraberdir.” (Nahl Sûresi, 128; Ankebût Sûresi, 69). Yaptıklarını en güzel yapma titizliğini gösterenler, daima güzel güzel ihsan ve ikramlarla hayatlarını bereketlendirenler ve daha da önemlisi, kulluklarını Allah’ı görüyormuşçasına ya da O’nun tarafından sürekli izleniyor idraki içerisinde îfâ edenler. İşte bu mümtaz kullar da Hakk’ın maiyetine giren bahtiyarlar zümresindendirler.
“Allah sabredenlerle beraberdir”. (Enfal Sûresi, 46) Evet, imanda sebat, takvâda istikrar, mücâhedede muzafferiyet ve ihsanda muvaffakiyetin olmazsa olmaz bir gereği de sabırdır ki, “es-Sabûr” olan Mevlâmızın yardımını ve maiyyetini celbeden yüksek bir ahlâkî erdemdir. Hem hayır ve taatin yapılmasında, hem günah ve masiyetlerin terkinde, hem de başa gelen her çeşit belâ ve musibetlerin ecre ve tekâmüle vesile olmasında, zaruri bir sığınak, barınak ve dayanaktır. Her başarının ve kurtuluşun vazgeçilmez azığıdır. Birçok ahlâkî erdem arasında, Rabbimizin maiyyetini sabra bağlaması, onda gizlenmiş olan sırra dikkatimizi çekmektedir. “Ey İman edenler! Sabır ve namaz/dua ile (Allah’tan) yardım isteyin. Şüphesiz Allah sabredenlerle beraberdir.” (Bakara Sûresi, 153) İlâhî fermanı, uyanık gönüllere, sırr-ı maiyyette sabrın azametini göstermeye kâfidir. Hulâsa, cehennemden kurtulup cennete girmek suretiyle büyük kurtuluşa nail olmak, ilâhî maiyyet sırrından nasip almaya ve hatta bu nasibi çoğaltmaya bağlıdır. Rabbimizin kendisiyle beraberlik sırrı olarak bizlere beyan ettiği, iman, takvâ, ihsan ve sabır anahtarlarına sahip olmaya gayretli olmak, bu yolculukta bizleri korku ve hüzünden emin kılacak ve hedefe erişmemize vesile olacaktır. Dipnotlar :1) Bkz. Âl-i İmrân Sûresi, 185. 2) Bkz. Talak Sûresi, 3. 3) Bkz. Talak Sûresi, 2, 3.