Altınoluk Dergisi, 2012 – Kasım, Sayı: 321, Sayfa: 006
İsrâiloğullarından biri Allah’a hitap ediyor: – «Yarabbi, ben ne günahlar işledim ve sen bana onların cezasını vermedin!» Allah Teâlâ zamanın peygamberine vahyediyor: – «Git ona de ki, ben kendisine cezaların en büyüğünü verdim ama, farkında değil… Ondan gözyaşı ve duayı kaldırdım!» Göz kuruluğu, kalp katılığının bir nişânı, kalp katılığı da Hak’tan uzak oluşun bir âlâmetidir. İlâhî âyetler, uyarılar ve mesajlar karşısında duyarsız bir duruş sergileyen İsrâiloğullarına yönelik şu ilâhî tespitler, insanoğlunun düşebileceği gönül kuruluğunun derecesini göstermektedir: “(Ey İsrâil oğulları!) bütün bunlardan sonra1 yine kalpleriniz katılaştı. Öyle ki, kalpleriniz taş gibi oldu; hatta katılık bakımından taştan bile daha şiddetli oldu. Çünkü öyle taş var ki içinden ırmaklar fışkırır, öylesi var ki çatlar da bağrından su kaynar, öylesi de var ki Allah korkusundan düşüp yuvarlanır. Allah yaptıklarınızdan gafil değildir.” (Bakara Sûresi, 74) İsrâiloğulları hakkında bahsedilen bu acıklı konuma düşmemeleri için de ümmet-i Muhammed şöyle uyarılır: “İman edenlerin Allah’ı anma ve O’ndan inen Kur’an sebebiyle kalplerinin ürpermesi zamanı daha gelmedi mi? Müminler, daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar. Onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı. Onların birçoğu yoldan çıkmış kimselerdir” (Hadîd Sûresi, 16) Bu âyet, açık bir şekilde imandan sonra gevşemenin, çözülmenin ve dînî konularda duyarlılığın kaybolmasının kalp kasvetine sebep olacağını beyân etmektedir. İman nuru zamanla nisyan, gaflet ve ülfetle zayıflayınca, kalp gözü Mevlâ’dan ve ukbâdan dünyaya çevrilecek ve kişi dünya muhabbetiyle uzun emeller peşinde koşarken, kulluğu unutacaktır. Bu unutma ise hassas gönlün donmasına sebep olacaktır. Rivâyete göre Allah Teâlâ Mûsâ peygambere münâcâtında: “Ey Mûsâ! Dünya için uzun emel besleme. Aksi halde kalbin katılaşır. Katı kalp ise benden uzaktır. Elbisen eski olsun, fakat kalbin daimâ terü tâze olsun” diye vahyetmiştir2. Allah Resûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem- de bu gerçeğe “Dikkat ediniz! Emel ve arzularınız uzayıp size ecelinizi unutturmasın! Aksi takdirde kalpleriniz katılaşır”3 sözleriyle işaret etmişlerdir. Yine Hz. Peygamberin, “Allah’ı unutarak luzumsuz konuşmalara dalmayın. Çünkü Allah hatırlanmadan yapılan uzunca konuşmalar, kalbi katılaştırır. Allah’tan en uzak olan kimse ise kalbi katı olandır”4 beyanları, ihsân duygusu5 içinde yapılmayan her türlü söz ve davranışın, kalbî hassâsiyetin bir ölçüde kaybolmasına vesile olacağını vurgulamaktadır. İşte bu sebepledir ki, kalbinde katılık hisseden sahabe-i kirâm efendilerimiz, içinde bulundukları durumdan tedirgin olmuşlar ve hemen Allah Resûlü -sallallahu aleyhi ve sellem-e koşarak dertlerine dermân aramışlardır. Hatta bir defasında bu konuyla ilgili derdini paylaşan bir sahabisine Efendimiz: “Gönlünün yumuşamasını istiyorsan fakiri doyur ve yetimin başını okşa”6 cevâbını vermiştir. Katı kalplerden Kur’an ve sünnette methedilen gözyaşı damlası çıkmaz. Zira gözyaşı, hassas ve yufka bir kalbin ürünüdür. Yüreğinde Allah korkusu, Allah sevgisi, merhamet, şefkat ve mesuliyet şuuru taşıyan kimselerde görülen mübârek damlalardır. Öyle mübârek damlalardır ki, kişiyi Arşın gölgesine taşırlar. Cehennem ateşini söndürürler. Gözyaşı, ölmeden önce kendini hesaba çekenlerin, yaptıklarından ve yapamadıklarından dolayı duygulanarak, sessiz ve sözsüz Allah’tan af ve mağfiret talebidir. Gözyaşı, mârifetullah ilminden nasip alan kulların, ilâhî azamet ve kudret karşısında gönüllerinin titremesinin gözde tezâhürüdür. Cemâl-i ilâhînin tecellileri karşısında, vuslat arzusu aşka dönüşenlerin kelimelere dökemedikleri muhabbet niyazlarıdır. Gözyaşı, şahsiyeti arıtma adına içteki cürüfâtı temizleme ameliyesidir. Dökülen her damla, insaniyet cevherini ortaya çıkaran bir iksirdir. Bu bakımdan manevî anlamda bir terbiye yoluna girenlerde (seyr u sülük yolcularında) gözyaşı aranır. Sâhibü’l-vefâ Mûsâ Topbaş Hazretleri bu hususta buyururlar ki: “…Bilhassa seyr u sülük yolunda olanların, bidâyet hallerinde gözlerinden şakır şakır gözyaşı akıtmaları (Allah’ın izniyle) gerekir. Otuz, kırk sene evvelki sâliklerin kısm-ı azamında bu güzel hâl görülüyordu. Maalesef bugünkü kazançların gayr-ı meşru yani şüpheli, karışık olması ve bunun tesiriyle, yiyeceklerin, içeceklerin haram-helâl tefrik edilmeden yenilmesinden dolayı, kalp ve gönül âlemi tekâmül edemiyor. Ve matlûb olan, aranılan o güzel gözyaşından mahrum kalınıyor.”7 Böyle yüce bir nimetten mahrum kalmamak için neler yapılabilir? Öncelikle Resûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz gibi ürpermeyen kalpten ve ağlamayan gözden Allah’a sığınmalı. Duyarsız ve katı kalplilikten kurtulma adına, Allah’ı çok çok zikredenlerden olmaya say u gayret etmeli. Zira ehl-i irfânın beyanına göre kalp ancak çok zikirle dirilir ve yumuşar. Zikirle dirilen kalpteki merhamet ve şefkat duygularını harekete geçirmek için, muzdariplerin, kimsesizlerin ve gariplerin civarında olmalı. Lokmanın helâl ve tıyb olmasına azami gayret sarfetmeli. İlâhî azamet ve kudret tecellilerini hissetmek, Yüce Rabbin cemâline ve kemâline hayran olup muhabbetullahtan nasip almak ve mârifetullah tahsilinde (Allah’ı tanıma yolunda) yol kat etmek için, hem Kur’an âyetlerini, hem de kâinatta câri olan sözsüz âyetleri tefekkür ve murakabe ile sürekli okumalıdır. Zira ilâhî âyetler, açık bir kalple okunursa, gözyaşı ile secdelere kapanılacağı âşikârdır. Nitekim şöyle buyrulmuştur: De ki: “Ona ister inanın, ister inanmayın. Şüphesiz, daha önce kendilerine ilim verilenler, Kur’an kendilerine okunduğunda derhal yüzüstü secdeye kapanırlar.” (İsrâ Sûresi, 107)8 Hülasa kalp katılığının ve gözyaşı mahrumiyetinin manevî bir hastalık olduğu hiçbir zaman unutulmamalı ve şifâsı adına hem Rabbe yalvarmalı, hem de gözyaşı damarlarını açacak vesileler bulmalıdır. Dipnotlar: 1) Atalarınıza gelen (öldürülen kimsenin diriltilmesi, Tûr’un yükseltilmesi gibi) bunca açık delillerden, cereyân eden hârikulâde hadiselerden ve kendilerinden alınan sapasağlam sözlerden sonra demektir (bk. Kasımî, Mehâsin, II, 158-159). 2) Bkz. İsmail Hakkı Bursevî, Rûhu’l-beyân., VIII, 95). 3) İbn Mâce, Mukaddime, 7. 4) Tirmizî, Zühd, 62. 5) “İhsan” Hz. Peygamber tarafından “Allah’ı görüyormuşçasına ya da O’nun tarafından izleniyormuşçasına kulluk yapma duygusu” olarak açıklanmıştır ( bk. Buhârî, İman, 37; Müslim, İman, 57). 6) Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 263, 387. 7) Sâdık Dânâ, Altınoluk Sohbetleri-IV, sh. 66. 8) Secde âyeti’nin meâlidir.