Altınoluk Dergisi, 2014 – Ağustos, Sayı: 342, Sayfa: 006
İnsan, bir yönüyle duygular yumağı bir varlıktır. Çoğu zaman duygularımız tarafından yönetiliriz. Hatta aklımız bile, zaman zaman duygusal kararlarımızın gerekçelerini üreten bir vasıtaya dönüşüverir. Duygularımıza karşı bilgi seviyemiz yeterli değildir. Tepkilerimizin büyük çoğunluğu, duygulara dayanır. “Yahu melek gibi bir insandı; o bu hatayı, bu cinayeti nasıl işledi?” diye hayret ettiğimiz anlar çok olmuştur. Evet, insan bir meçhuldür; onu bütün yönleriyle tanımak da kolay değildir. Duyguların kontrol edilememesi, aşırılıklar (ifrat ve tefrit) içinde kaybolmak ve nihayet kaybetmek demektir. Duygu patlaması yaşayan ya da duygu donukluğuna maruz kalan kimselerin hayatı, huzur ve saadetten mahrum bir hayattır. İlişkileri hastalıklıdır. Davranışları tutarsızdır. Bazen bulutların üstünde ve bazen de yerin yedi kat altında yaşarlar. İstikrar ve sebat nimetinden mahrum oldukları için, hiçbir alanda başarılı olma şansları da yoktur. Bu yönüyle duygularımız, hem insanlık ve hayat kalitemiz ve hem de kulluk derecemiz bakımından son derece önemlidir. Rabbimiz, Kur’ân-ı Kerim’de bizim bu yönümüze sık sık dikkat çekerek, duygularımıza hâkim olup yönetmemizi ister ve bize bu alanda yardımcı olacak vasıtalara işâret eder. Misal olmak üzere, muhabbet, korku ve merhamet duygularına burada yer vermek istiyoruz. Sevmek ve sevilmek, bizlere lütfedilen önemli bir duygudur. Muhabbetten mahrumiyet, soğumak, donuklaşmak ve yalnızlaşmaktır. Ülfet ve dostluk halkası kuramamaktır. Hayatın tadının kaçmasıdır. Kulluğun temeli olan îmân bile, bir muhabbet zemini üzerinde hayat bulur ve kemâle erer.1 İşte bu derece ehemmiyetli olan muhabbet duygusu, doğru bir şekilde organize edilmesi hâlinde, insan-ı kâmil olmanın vesilesi olurken, edilememesi durumunda kişinin felaketine sebep olabilecektir. Evet, muhabbetin hem kıblesi, hem derecesi ve hem de ifadesi (açığa vurulma şekli) önemlidir. Rabbimiz, kendisiyle kulu arasında bu duygunun zirve noktada yaşanmasını murad eder. Muhabbetin Allah’a yönelik olanında üst sınır yoktur. Muhabbet sermayesi, O’nun dışında hiçbir varlığa bu ölçüde yöneltilmemelidir. Aksi halde sevilen o varlıkların kulu haline gelinir. Bu ise en büyük günah olan şirkin içine düşmektir. Konuyla ilgili âyet-i kerime şöyledir:
“İnsanlar arasında Allah’ı bırakıp da O’na ortak koşanlar vardır. Onları, Allah’ı severcesine severler. Mü’minlerin Allah’a olan sevgisi ise daha güçlü bir sevgidir.” (Bakara Sûresi, 165)
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, bu âyetin tefsirinde şu dikkat çekici izahı yapar: “Bu âyet bize gösteriyor ki, ilâhlık mânasında “son derece sevgi”, temel bir esastır. Ve ma’bud/ilah, en yüksek seviyede sevilen şeydir. Böyle son derece sevilen şeyler, ne olursa olsun, ma’bud/ilah edinilmiş olur. Sevginin hükmü ise itaattır. Bunun için mabuda son derece itaat edilir. İnsanlar tarafından böyle sevgiyle mabud mertebesi verilerek Allah’a denk tutulan şeyler, o kadar çeşitlidir ki, bir taştan, bir maden parçasından, bir ottan, bir ağaçtan tutun da gök cisimlerine, ruhlara, meleklere kadar çıkar. Bunun içindir ki, tefsirciler, “denk”, “benzer” mânâsına gelen ve âyetin metninde zikredilen “endâd” kelimesini, “Allah’a isyanda itaat edilen liderler, başkanlar ve büyükler” diye açıklamışlardır. Gerçekten servet, büyüklük, kuvvet, makam, itibar, güzellik gibi herhangi bir ümide sebep sayılan dilberler, kahramanlar, hükümdarlar gibi insanları, Allah gibi seven ve onlar uğrunda her şeyi göze alan nice kimseler vardır ki bu, şirk konusunun putperestlik esasını, insanlığın en büyük yarasını teşkil eder. Yunan, Roma, Avrupa medeniyet ve edebiyatında böyle muhabbet mabudlarının haddi ve hesabı yoktur. Bu duygu, zamanına göre türlü türlü şekillerde ortaya çıkar. Hıristiyanlık da bu ruhla doludur. Hele Avrupa ruhunda, Avrupa edebiyatında bu tür şirk, o kadar ileri gitmiştir ki her eline kalem alan ve her hangi bir şiir söylemek isteyen kimse sevgilisine ilâh mertebesi vermeyi, en ufacık bir işi övmek için hemen yaratma kudretini yakıştırmayı bir hüner, bir şeref sayar… Buna velileri ve peygamberleri mabud derecesine çıkaranlar da dahildir.
Bunun için Allah’ın velileri, peygamberleri ve melekleri gibi sevgili kullarını severken, âyet-i kerimenin kapsamını iyi düşünmeli; sevgilerini, Allah sevgisi derecesine vardırmaktan kaçınmalıdır. Çünkü Allah için sevmekle, Allah’ı sever gibi sevmek arasındaki farkı bilmek gerekir. Allah’ı sevenler, Allah’ın yolunda giden sevgili kullarını da severler. Fakat Allah’ı sever gibi değil, Allah için severler ve bu sevgi ile Allah yolunda onlara uyarlar. Buna göre Allah’ın sevdiği kullarını sevmek ve onlara uymak, günah ve şirk değildir. Tersine Allah sevgisine delil olur. Fakat bu sevgi, hiçbir zaman Allah sevgisi gibi olmamalıdır. Yani Hristiyanların Hz. İsa hakkında yaptıkları gibi onları mabud derecesine çıkaracak bir ibadet şekli olmamalıdır. Kısaca, başkanlarını ve büyüklerini, Allah’ı sever gibi sevenler ve onların, Allah’ın emrine uymayan emirlerine itaat ederek Allah’a isyan edenler, bunları Allah’a eş ve ortak edinmiş olurlar ki, bütün putperestliğin esası, bu tarz muhabbet beslemektedir.”2
İnsanın, anne-babasını, eşini-dostunu, evlâd ü iyâlini, malını-mülkünü sevmesi elbette tabiidir. Ancak bu sevilenler, Allah ve Resülün’den ve Allah yolunda cihad etmekten daha çok muhabbet edilen konuma yükseltilecek olurlar ise, işte büyük tehlike başlamış demektir.3 Her çeşit sevgide ihtiyatı elden bırakmamalıdır. Allah sevgisi hariç bütün sevgilerde ifrata düşme tehlikesi mevcuttur. Allah Resûlü -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin: “Sevdiğini ölçülü sev, belki bir gün düşmanın olabilir. Kızdığına da ölçülü kız, belki bir gün dostun olabilir” ikazı önemlidir. (Tirmizî, Birr ve’s-Sıla, 60) Sevgi sermayesi, hassas ve hayatî bir sermayedir. Bu sermaye, Allah düşmanlarına yönelik kullanılacak olursa, ilahi gazabı ve azâbı hakettirecek bir günaha dönüşmektedir. Sâlihlere ve sadıklara yönlendirilebilirse de, onlarla beraberliğin ve hatta onlardan olmanın güçlü bir vasıtası olabilmektedir. Korku duygumuzun organizasyonu da sevgi kadar önemlidir. İnsan zayıf yaratılmış bir varlıktır. Korkuları ve endişeleri sınırsızdır. Aç ve açıkta kalmaktan, birilerinin zulmüne maruz bırakılmaktan, menfaatlerinin kaybolup gitmesinden, umulmadık belâ ve musibetlere düçar olmaktan ve buna benzer daha nice tehlikelerden korkar da korkar. Kendisine sürekli sığınak, dayanak ve barınak arar. Bu itibarla korku duygusu da, insanı yönlendiren en önemli duyguların başında gelir. İşte bu korkuların da dengelenmesi gerekmektedir. Sıhhatli ve sağlam bir iman, korku duygusunun doğru sınırlar içinde kalmasını temin eden en önemli unsurların başında gelir. Nitekim Rabbimiz, mü’minlerin yalnız kendisinden korkmalarını istemektedir:
“O şeytan sizi ancak kendi dostlarından korkutuyor. Onlardan korkmayın, eğer mü’min iseniz, benden korkun.” (Âl-i İmrân Sûresi, 175)
Korku duygusu, doğru yönetilemeyecek olursa, insan zamanla farklı güçlere sığınma ihtiyacı hissedecek ve neticede Allah’tan başka kendisine ilahlar edinecektir. Allah’a ortak koşan müşriklerin birçoğu, işte bu sebeple tevhitten uzaklaşmışlardır. Meleklere, cinlere, sâlihlere ve azametli görülen varlıklara tapınmanın temelinde bu nevi korkular vardır. Hak ve hakikatten sapan niceleri de, yine korku duygularını organize edemediklerinden dik duramamışlar ve şahsiyetlerini kaybetmişlerdir. Yahudi ve Hırıstiyanların dost ve yönetici konumunda kabul edilmemelerini emreden âyet-i kerimenin devamında, onlarla dostluğa koşanların durumları şöyle tasvir edilir:
“İşte kalplerinde bir hastalık bulunanların, “Başımıza bir felaketin gelmesinden korkuyoruz” diyerek onların (Yahudi ve Hıristiyanların) arasında koşup durduklarını görürsün. Ama Allah, yakın bir fetih veya katından bir emir getirir ve onlar içlerinde gizledikleri şeye (nifaka) pişman olurlar.” (Mâide Sûresi, 52)
Allah’tan korkar gibi insanlardan korkan kimseler, iman bakımından zaafiyetli gösterilmiştir.4 Korkaklık bir kişilik zaafıdır. Buna mukabil cesaret ve risk alma ise fazilettir. Şefkat ve merhamet duyguları da yine yüce duygulardır. Ancak bunların da yerli yerince kullanılması esastır. Allah’ın hükümlerini uygulamama gerekçesi, merhamet ve şefkat olursa, böyle bir duygu hastalıklı bir duygudur. Çocuğuna karşı şefkat gösterme adına, onu sabah namazı için kaldırmaya kıyamamak, esasen merhamet sapmasıdır. Rabbimiz, zina suçu işleyen kimselere karşı merhamet gösterip de cezayı uygulamada geri duranları şöylece uyarmıştır:
“Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüzer değnek vurun. Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah’ın dini(nin koymuş olduğu hükmü uygulama) konusunda onlara acıyacağınız tutmasın. Mü’minlerden bir topluluk da onların cezalandırılmasına şahit olsun.” (Nûr Sûresi, 2)
“Merhametten maraz doğar” sözü, yerinde ve dozajında kullanılmayan bir şefkat için doğru bir sözdür. Bu bakımdan her şeyde olduğu gibi duygularda da denge ve itidali gözetmek zaruridir. Duyguların organizasyonunda başarılı olmak için şu hususlara dikkat etmek gerekir: 1. Kur’an ve sünnetin çizdiği duygu sınırlarını doğru kavramak. Zira böyle bir bilgi, iradenin doğru yönlendirilmesinde etkili olacaktır. 2. Güçlü bir îman, duyguların doğru sınırlar içinde tutulmasında son derece etkilidir. Öyleyse imanı güçlendirecek vesilelere sarılmak zaruridir. 3. Duyguların yönetilmesi alanında etkili olan vasıtaların neler olabileceğine yönelik yapılan araştırmalardan istifade etmek de ihmal edilmemelidir. Mesela insanın gazap halinde ya da haset duygularının depreştiği zamanda, nasıl hareket edileceğine dair gerek dînî ve gerekse beşerî bilgi kaynaklarında bazı usul ve yöntemler tavsiye edilmektedir ki ciddiye almak gerekir. 4. Duyguların eğitiminde tasavvufî seyr u sülük sürecinin sıhhatli bir şekilde yürütülmesi son derece tesirli ve erdirici bir yoldur. Zira duyguların patlaması ya da taşması, çoğu zaman nefsin terbiye edilmemiş arzularından kaynaklanır. Tasavvuf ise nefsi tezkiye etmeyi kendine misyon edinmiş bir eğitim disiplinidir. 5. İnsan bütün sebeplere başvursa da ilahi bir yardım erişmeden duygularını sıhhatli yönetmesi yine de zordur. Bu itibarla bizi bizden iyi bilen ve duygularımız üzerinde her türlü tasarrufa kâdir olan Yüce Rabbimize dua ve yakarıştan gafil olmamak en büyük sığınağımızdır.
Dipnotlar: 1) Bkz. Hucurat Sûresi, 7. 2)Bkz. Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Bakara Sûresi, 165. Âyetin tefsiri. 3) Bkz. Tevbe Sûresi, 27. 4) Bkz. Nisa Sûresi, 77.