Altınoluk Dergisi, Sayı : 348 – Şubat 2015
Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de çeşitli vesilelerle göğüslerin genişlemesi ve daralmasından bahseder. Bu mânada “şerh-i sadr” ve “dıyk u sadr” ifadelerini kullanır. Bu hâlin îmanla ve İslâm’la ilişkisi üzerinde durur. İslâm’a açılan gönüllerin Rablerinden bir “nûr”la aydınlandıkları ve endişelerinin izale edildiğine dikkat çeker.
Sözlükte, açmak, genişletmek ve kapalı bir ifadeyi açıklamak gibi mânalara gelen şerh kelimesi1, sadra (göğüs) izâfe edildiğinde Râğıb el-İsfehânî’nin ifadesiyle, “ilâhî bir nur ve sekînetle göğsün açılması ve genişlemesi” anlamına gelir2. Fakirlik, cimrilik ve iç sıkıntısını ifade etmek için kullanılan dıyk kelimesi ise daralmak, sıkışmak ve bunalmak anlamında kullanılır. Kelime sadra izâfe edildiğinde de iç sıkıntısı, stres, hüzünlenme, gam ve kederle dolma gibi mânalara delâlet eder3.
Gönül genişliği (şerh-i sadr) ve darlığı (dıyk-ı sadr) meselesi, öncelikle iman ya da inkâr açısından kalp yolunun açılması veya daralması olarak değerlendirilebilecek bir konudur. Diğer bir ifadeyle kalbi örten “inkâr” perdesinin açılıp iman nurunun kalbe girmesi “şerh-i sadr”, kalbin “inkâr” günahıyla örtülü kalması “dıyk-ı sadr”dır. Nitekim “Allah kimi doğru yola iletmek isterse onun göğsünü İslâm’a açar; kimi de saptırmak isterse göğe çıkıyormuş gibi sadrını iyice daraltır”4 âyeti bu mânaya açıkça delâlet etmektedir.
Dış etkiler sebebiyle daralan gönlü ferahlatıp rahatlatmak da “şerh-i sadr”ın bir çeşidi olarak mütalâa edilebilir. Nitekim inkarcıların dedikoduları ve davranışları sebebiyle Hz. Peygamberin göğsünün daraldığını bildiren Yüce Allah5, nebisinin gönlüne ferahlık vermek için şu tavsiyede bulunur: “Sabret! Senin sabrın da ancak Allah(ın yardımı) iledir. Onlara üzülme, kurdukları tuzaklardan dolayı da sıkıntıya düşme”6. Binâenaleyh, Hz. Peygamberin gönlününün sıkıntı ve hüzünlerden arındırılıp ferah ve huzura eriştirilmesi, bir nevi “şerh-i sadr”dır. Bu sebeple olmalıdır ki, “(Ey Peygamber!) Biz senin için göğsünü açıp genişletmedik mi?”7 âyeti, “sıkıntı ve hüzünlerden kurtarıp rahatlatmadık mı?” şeklinde de yorumlanmıştır8.
İmanlı bir gönülde meydana gelen bu çeşit sıkıntı ve ferahlıkları, kabz (daralma) ve bast (genişleme) terimleriyle ifade etmek de mümkündür. Daha çok tasavvufî bir kavram olarak bilinen kabz (inkıbâz) ve bast (inbisât) kelimeleri, Kur’an’ın şu âyetinde birlikte zikredilmiştir: “Darlık (kabz)veren de, bolluk, genişlik (bast) veren de Allah’tır”9 (el-Bakara 2/245).
“Şerh-i sadr” olarak değerlendirilebilecek bir diğer konu da endişelerin giderilmesi, telaş ve heyecanın kaybolup istikrâr ve huzurun gönülde yerleşmesi hâdisesidir. Hazreti Mûsâ’nın -aleyhisselâm- “Rabbim göğsüme genişlik ver, işimi kolaylaştır ve dilimdeki düğümü çöz” duâsı, bu mânada bir “şerh-i sadr”dır. Nitekim o, bir defasında da “Rabbim! Onların beni yalanlamalarından korkuyorum. Göğsüm daralıyor, dilim açılmıyor (tutukluk yapıyor), onun için Hârun’a da elçilik ver” talebinde bulunmuştur. Bu anlamda “şerh-i sadr”, kişinin gönlünün tatmin edilmesiyle, tahammül gücünün artırılması, şeklinde açıklanabilecektir.
Gönül darlığı hayatı cehenneme çevirirken, gönül genişliği cennetlere çevirir. İmanla genişlemeye başlayan iç dünyamız, bu sayede gönlü rahatsız eden nice sorulara cevap bulmanın rahatlığına ve huzuruna erişir. Gönlün genişlemesinin ilk halkaları, îmanla gerçekleşirken, bu genişleme İslâm’ın diğer ahkâmının ve ahlâkının yaşanmasıyla daha geniş halkalara erişir. Her şeyde Allah’ı görür gibi olma ve hissetme hâli yani ihsan kıvamına erişilince de gönül âleminin genişliğine artık bir sınır çizilemez. Özellikle sûfîler gönül genişliğine büyük önem verirler. Hatta gönlün deryalaşması ile insan-ı kâmil seviyesine erişmek arasında doğrudan bir ilişki kurarlar. Nitekim Mevlânâ Celâleddin –kuddise sirruh- kalbin sınırsızlığını şöyle tasvir etmiştir:
“Gönül öyle bir varlıktır ki, şu yedi kat gök gibi yedi yüz gök orada kaybolur da görünmez olur”10.
Bazı sûfîler de kalbin genişliğini ifade için şöyle bir benzetme yapmışlardır:
“Arş ve onun kuşattığı her şey, ârifin kalbine bırakılacak olsa ârif onu hissetmez bile. Zira kalp, Arş’ı, Kürsî’yi, aklı, nefsi, mekanlı ve mekansız olan her şeyi kuşatacak derecede geniştir”11.
Gönül âlemi tezkiye ve terbiye oldukça, iç darlıktan kurtulmak mümkün olur. İçinde haset, kin ve kibir bulunan kimseler, tabii olarak darlık yaşarlar. Bencillik ve cimrilik de gönlü daraltan en ağır iç hastalıklarındandır. Dünya ve içindekilere diğer bir ifadeyle gel-geç sevdalara gönlü kaptırmak da iç sıkıntısı oluşturur. Mevlânâ Celâleddin Rûmî hazretleri bir gün arkadaşlarından birini üzüntülü görür ve ona şöyle der:
“Evlad! Bütün gönül darlığı, bu âleme gönül bağlamaktan gelir. Kendini yok bilirsen, her renge bakarsın, her lezzeti tadarsın. Öyle bir âleme kanat açarsın ki, orada hiçbir zaman gönül darlığı çekmezsin.”
Sâhibü’l-vefâ Mûsâ Efendi –kuddise sirruh- da der ki:
“Nefsin arzularına kilitlenen kimseler, ibadetleri çok dahi olsa, gene huzûrsuzdurlar. Çünkü sadırları (gönülleri) dardır. Beğendikleri yalnız kendi görüş ve fikirleridir. Nerede bulunurlarsa orada bir ikilik çıkarırlar. Çünkü gönül âlemleri karanlıkdır. Ne kadar gayret edilirse edilsin, böyleleri ile katiyyen ülfet edilemez. Ak’ı gösterdiğinizde, bile bile kara der, karayı gösterdiğinizde ak diye iddia ederler. Yine bu gibi kimseler kat’iyyen kimseyi sevemezler. Böyle olunca da kimse tarafından sevilmezler. Çünkü bed ahlâklıdırlar. Katiyyen bu makûle kişilerle istişâre yapmamalı, mümkün olduğu kadar bunlardan kaçınılmalıdır. Gönül darlığı hâli, kaba, nefsinin tesiri altında kalarak kendisini diğer mü’min kardeşlerinin fevkinde gören, dar görüşlü, kıt akıllı insanlarda görülen bir acâib ahlâkdır. Bu tıynetde olanlar, kimse ile geçinemezler. Hiç bir devamlı iş tutunamazlar, bütün günleri öfke, sıkıntı içinde geçer. İyilikden ziyâde zararları fazla olur. Hem kendilerine, hem de cemiyete (topluma).”
Acısıyla tatlısıyla, inişiyle çıkışıyla, zoruyla kolayıyla, şu âlemi yaşanılabilir ve hatta huzur soluklanabilir bir hayat hâline dönüştürmek, ancak gönül genişliği ile gerçekleşebilecektir. Gönlü deryalaşanlar, hem huzur duyarlar ve hem de etraflarına huzur aşılarlar. Aile hayatında, iş hayatında, hizmet sahalarında, komşuluklarda, arkadaşlıklarda ve dostluklarda en çok ihtiyaç hissedilen şey de işte bu derya gönüllü olabilme kıvamıdır. Derya gönüller, kirlenmez ve bulanmazlar. Bu yolda yapılması gereken, ciddi bir nefis terbiyesi ve tezkiyesi yoluyla imanda yakine erişmek, İslâm’ın ahkâm ve ahlâkını kuşanmak ve daha ötede Allah ile beraberlik şuurunu kazanma adına, daimî bir zikrullah hâli ile tüm varlığı kuşatacak bir gönül açılmasına nail olmaktır.
Dipnotlar: 1) bk. Râğıb, Müfredât, s. 258; Âsım Efendi, Kâmus, I, 909. 2) Râğıb, age, s. 258. 3) bk. Râğıb, age., s. 300; Âsım Efendi, age., III, 924. 4) el-En‘âm 6/125. 5) “Andolsun onların söyledikleri şeyler yüzünden sadrının daraldığını biz elbet biliyoruz” (el-Hicr 15/97). Konuyla ilgili daha başka âyetler de vardır (bk. Hûd 11/12; en-Nahl 16/127; eş-Şuarâ 20/24-25; en-Neml 27/70). 6) en-Nahl 16/127. 7) el-İnşirâh 94/1. 8) bk. Elmalılı, age., VIII, 5911. 9) El-Bakara 2/245. 10) Mesnevî (çev. Şefik Can), V, 80, beyit: 872; Ayrıca bk. age., I, 223, beyit: 3488. 11) Bilgi için bk. İmâm Rabbânî, age., I, 100; Ayrıca bk. Bursevî, Kitâbü’n-netîce, I, 417.