Altınoluk Dergisi, 2010 – Temmuz, Sayı: 293, Sayfa: 013
Muhterem Üstazımız Mûsâ Efendi -kuddise sirruh-, kavî îmânı, takvâsı, istikâmeti, şefkat ve muhabbetiyle, tanıyanlarının gönlünde yaşamaya devam eden müstesnâ bir Hak dostudur.
İtmi’nân, huzur, vakar, itidal, intizam, nezâket, sehâvet ve dirâyet gibi mefhûmların, en güzel tezâhürlerini şahsında büyük bir hayranlıkla seyredebildiğimiz ender âriflerden biridir.
Yüzüne baktığınızda kulluğun zevkini ve şerefini hissettiğiniz ve Rabbânî tecellîlerin âyinesi olduğu hüsn-i zannına eriştiğiniz bu büyük zâta, Yüce Rabbimiz sayısız ihsân ve ikrâmlar lutfetmiştir. Şöyle ki:
• Tertemiz asil bir soydan gelmesi,
• Titiz bir aile terbiyesine muhatap olması,
• İlim ve irfân ehlinin iltifât ve hizmetinden bolca nasip alması,
• Sultânü’l-Ârifîn Mahmûd Sâmi Ramazanoğlu -kuddise sirruh- gibi müstesnâ bir Allah dostunun husûsî irşâdına, ilgisine ve nihâyet manevi verâsetine mazhar olması,
• Îmân, takvâ ve güzel ahlâkta manevî mîrâsını devam ettiren ve gönlünü mesrûr eden nesillere sahip olması,
• Ve sayısız mü’min ve muvahhid gönüllerde bir sevdâ hâlinde yaşayıp gitmesi gibi daha nice Rabbânî lutuflara ve büyük nasiplere erişmiştir.
Bu ulvî nimetler karşısında o da Rabbine şükreden bir kul olma yolunda kendini ve varlığını Hakk’ın yoluna adamış ve ubûdiyyet merkezli şerefli bir hayat sürmüştür.
Şu hususu açıkça ifâde etmek gerekir ki, ibâdet hayatı, muameleleri, beşerî münâsebetleri, edep ve şahsiyeti, hizmet ve gayreti, seyr u sülûkü ve nihâyet irşâd hayatıyla, 20. yüzyılın parlak bir yıldızı olarak (1917-1999) yaşadığı dönemi aydınlatmış ve yüzyılın sonunda da, çok sevdiği Rabbine yüz akıyla vâsıl olmuş bir Allah dostu hakkında, ne söylense eksik kalacaktır.
O, hayatın içinde bir Mürşid-i Kâmil’dir. “El kârda gönül yarda” anlayışı içinde, “Ticaret ve alışverişin kendisini Allâh’ın zikrinden alıkoymadığı gerçek erler”den (Nûr Sûresi, 37) biri olmayı başarmıştır. Hakk’a davet vazifesini, “herkese yâr olup, kimseye bâr” olmadan yürütmüş, alan değil, sürekli veren mübârek bir el olmuştur.
Hayatını, “zikr-i dâimî” diye de ifade edebileceğimiz “ihsan şuuru”1 içinde geçirmiş, gerek Mevlâsı’na olan sevgi, tazim ve şükründe ve gerekse O’nun mahlûkâtına olan şefkat ve hizmetinde numûne-i imtisâl bir şahsiyet sergilemiştir.
Refîk-ı âlâsına giderken de şu fânî âleme“hoş bir sadâ” olarak nice diri gönüller armağan etmiş, maddî ve manevî sayısız sadaka-i câriyeler mîrâs bırakmıştır.
Nihâyet 16 Temmuz 1999’da bir Cuma vakti, Yüce Mevlâsına yüz akıyla kavuşmuştur. Rahmetullahi aleyh.
Dipnotlar: 1) “İhsan”, hadis-i şerifte: “Allâh’ı görüyormuşçasına ya da O’nun tarafından sürekli görüldüğü şuuru altında O’na kulluk yapmaktır” şeklinde tarif edilmiştir.