Altınoluk Dergisi, 2012 – Mayıs, Sayı: 315, Sayfa: 006
Muhabbet, ehl-i irfânın tespitine göre var oluşun ilk sâikidir. Bir güzel ismi de “el-Vedûd”1 olan Yüce Rabbimiz, kendi zâtının tanınmasına muhabbet edince, mahlûkatı yaratmıştır. Bu itibarla sevginin ilk kaynağı Yüce Mevlâmızdır. O, tüm varlığın özüne de muhabbet sermayesi lütfetmiştir. Bu sırra binâendir ki, tüm kâinâtta her müspet oluşumun temelinde muhabbetten bir nasip vardır. Nerede bütünleşme, sulh u sükûn, pozitif enerji, maddî-manevî îmâr varsa, görülür ki, temelinde bir muhabbet harcı vardır. Nerede de bozulma, dağılma, negatif enerji, fesat ve imhâ hareketi söz konusu ise orada da muhabbetsizlik vardır. Şahsiyetin müspet yönde inşasında muhabbet iksiri, belirleyici bir etkiye sahiptir. Zira duygu ve düşüncelerin oluşması ve dolayısıyla amel ve davranışların şekillenmesi, çoğu zaman buna bağlıdır. İşte bu sebepledir ki, Yüce Yaratıcı, muhabbetin kıblesini yanlış yerlere yönlendirmemeleri için kullarını sürekli uyarmıştır: “De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, zarara uğramasından korktuğunuz bir ticaret ve beğendiğiniz meskenler size Allah’tan, peygamberinden ve O’nun yolunda cihattan daha sevgili ise, artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyin! Allah, fâsıklar topluluğunu doğru yola erdirmez.” (Tevbe Sûresi, 24) Âyet-i kerime, insandaki sevginin yöneldiği nesnelerin anlamsız ve gereksiz olduğuna değil, Allah ve Resûlünün sevgisinin önüne geçmesinin yanlışlığına işâret etmektedir. Annenin, babanın, oğulların, eşlerin, mal ve mülkün sevilmesi elbette tabiîdir; ancak bunların hiçbiri Allah’tan daha çok ve Allah’a rağmen sevilmemelidir. Onların hiçbirinin isteği, Allah’ın emirlerine tercih edilmemelidir. Şayet Allah düşmanı iseler, bu halleriyle sevgiyi asla hak etmedikleri de bilinmelidir. Bu durum, sevgide sıralamanın ehemmiyetini ortaya koyması bakımından önemlidir. En büyük sevgi, Allah’a ve Resûlüne yönelik olmalıdır. Diğer sevgiler, bu merkez sevgiye göre konumlanabilmelidir. Yaratılanı, Yaratan hatırına sevmek, hakikatte yaratanı sevmektir. İşte sevgi, bu şekilde doğru bir şekilde yönlendirilebilirse, tabiî ve fıtrî sevgiler bile, ulvîleşir ve hatta ilâhî sevgi meyanında değerlendirilebilecek bir dereceye yükselir. Mal, mülk ve dünyayı Allah için sevmek bile, ulvî bir sevgi sayılır. Sevgide merkez kıble değişirse, o zaman farklı ilahlar oluşur ve sevgideki yanlışlık, insanı muvahhid Müslüman olmaktan çıkarır, müşrik bir kişiliğe büründürür. Âyet-i kerimede bu hakikat de şöyle hatırlatılır: “İnsanlar arasında öyleleri vardır ki, Allah’ı bırakıp O’na bir takım ortaklar koşarlar da onları, Allah’ı sever gibi severler. Mü’minlerin Allah’a olan sevgisi ise daha şiddetli bir sevgidir. Zulmedenler azaba uğrayacakları zaman bütün kuvvetin Allah’ın olduğunu ve Allah’ın azabının pek şiddetli olduğunu bir bilselerdi!” (Bakara Sûresi, 165) Bu âyet-i kerime, sevgide yanlış yönelişin insanı zâlimler safına sokacağını beyan etmektedir. Zira sevgi sermayesini yanlış yerde kullanmak, hem sevgiye, hem de kişinin kendisine yaptığı bir zulümdür. Yine aynı şekilde Allah’a tahsis edilecek muhabbeti başkasına yönlendirdiği için Allah’a karşı da büyük bir zulümdür. Allah’ı sever gibi sevmekle, Allah için sevmek arasında fark vardır. Biz peygamberlerimizi, âlimlerimizi, âriflerimizi ve sâlihleri Allah için severiz. Böyle olduğu için de bu nevi sevgiler, Allah sevgisi meyanında değerlendirilir. Zira bu sevginin temeli, onların Allah’ın Resûlleri, velileri, itaatkâr ve muttaki kulları olmaları yönüyledir; yoksa kayıtsız şartsız bir sevgi değildir. Muhabbetteki bu tevhid çizgisi hiçbir zaman unutulmamalı, Hırıstiyanların Hz. İsâ hakkında ileri gittikleri gibi asla ilahlaştırma derecesine varmamalıdır. Ancak âlemde nice dilberler, mal ve makam sahipleri vardır ki, Allah’a rağmen bir ma’bud gibi sevilegelmişlerdir. İşte bu çeşit sevgilerin şirk olduğunda da hiçbir zaman şüphe edilmemelidir. Sevginin yönünü tayinde küçük de olsa ufak bir açı farkı, ilk nazarda farkedilmeyen nice büyük tehlikelere sebep olabilecektir. Şu âyet-i kerime de bu hususa dikkat çeker: “Zulmedenlere (azda olsa sakın gönlünüzde muhabbet besleyip de) meyletmeyin; sonra size ateş dokunur (cehennemde yanarsınız). Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur. Sonra (O’ndan da) yardım göremezsiniz!” (Hûd Sûresi, 113) Toplulukların helâkinde ilk sebep, Allah ile olması gereken muhabbet bağının kopmasıdır, denilebilir. Zira îman, muhabbet temelli bir bağlanmanın adıdır. Hakk’a ve O’ndan gelene teslimiyeti sağlayan da işte bu muhabbettir. Böyle bir muhabbet söz konusu değilse, bu gibi kimselerin yeryüzünde Hakk’ı temsil etme ve O’na şâhid olma vasıf ve liyakatleri de olmayacaktır. O zaman, onların yerine başka toplulukların ikâmesi bir zarûret hâlini alacaktır. İşte Rabbimizin şu beyânı, bu büyük sırrı ve sünnetullahı tüm müminlere ilan etmektedir: “Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, (bilin ki) Allah onların yerine öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. Onlar mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı güçlü ve onurludurlar. Allah yolunda cihad ederler. (Bu yolda) hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar. İşte bu, Allah’ın bir lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.” (Mâide Sûresi, 54) Yeryüzünde Hakk’ın şâhidi ve halifesi olma vazifesi ile yaratılan insanın, bu vazifeye liyakati, muhabbetullahta fâni olması ile gerçekleşebilecektir. Zira muhabbet, sevilenin hâlini ve vasfını sevene aktaran bir tılsımdır. Âriflerin “Allah’ın ahlâkı ile ahlaklanmak” diye ifade edegeldikleri manevî kıvam da, işte böyle bir muhabbetin neticesi olsa gerektir. Kul, farzları ve nafileleri îfâ ede ede, Rabbin muhabbetine mazhar olup da, Hakk’a karşı aşk derecesinde bir muhabbetle bağlanınca, sözle ifadesi neredeyse imkânsız olan bir mânâ ortaya çıkmaktadır. Kudsî hadiste nakledilen: “Ben kulumu sevince de O’nun gören gözü, işiten kulağı, tutan eli ve akleden kalbi olurum” ilâhî beyanı, işte bu yüksek hâle işâret etmektedir. Böyle bir ulvî mertebeye vesile olan muhabbet sermayesi, merkezinde Mevlâ yoksa, nereye yönlendirilirse yönlendirilsin, hakikatte zayi edilmiş ve israf edilmiş olacaktır. Öyleyse gönlümüzün muhabbet kıblesini Mevlâ’ya yöneltmek ve O’nda daim kılmak için, sürekli “Sevgini istiyorum Rabbim! Seni sevenin sevgisini ve beni senin sevgine eriştirecek amelin sevgisini de Sen’den niyaz ediyorum” diye yalvarmaktan başka çâre yoktur. Dipnot: 1) “el-Vedûd”, çok seven ve çok sevilen anlamında ilâhî isimlerden biridir.