Altınoluk Dergisi, 2013 – Kasım, Sayı: 333, Sayfa: 010
İnsan, arzular yumağı bir varlıktır. İçinde hayrın da şerrin de davet sesleri deveran eder durur. O böyle yaratılmıştır. Belki imtihan sırrı da buradadır. Yani iç âlemimizdeki şeytânî ve nefsânî çağrıları susturup, Rahmânî mesajların ve ilhamların hakimiyetini sağlamakla mükellefiz. Vücut ikliminde böyle bir hükümranlık, büyük bir cihad ister. İşte bu cihâda, “Nefs tezkiyesi” adı verilir. Hem arınma, hem de mânen terakkî edip insan-ı kâmil kıvamına erme sürecini ifâde eder. Nefsin tezkiyesi (benliğin arınması), kişiliğin dıştan içe ya da içten dışa tam bir İslamlaşma sürecidir. İmân, İslâm ve ihsan ölçülerinin hücre hücre öz benliğe ve hayata işlenme hadisesidir. Yüce Rabbin huzuruna kirlenmiş duygular, düşünceler ve davranışlarla değil, tertemiz (tıyb) hâle gelmiş selîm bir özle, sâlih amellerle ve nurlu bir yüzle varabilme davasıdır. İnsanın büyük mahkemede (ilahi huzurda) kaybetmesi ya da kazanması işte buna bağlıdır1. Peki bu hâl nasıl gerçekleşebilecektir? Tezkiyenin vasıtaları nelerdir? Nasıl bir yol izlenmelidir? İslâm kültüründe tasavvuf edebiyatı dediğimiz alan, hemen hemen baştan sona bu konuyu merkez edinir. Tarih boyunca birçok âlim ve ârif, hem kemâl bulmak (olgunluk devşirmek), hem de başkalarını kemâle erdirmek için bu yolda nice eserler kaleme almış ve sayısız kıymetli tecrübelerini paylaşmışlardır. Ulaştıkları sonuçlardan biri şöyledir: Her bir insan özeldir ve Allah’a ulaşan yollar mahlûkât sayısıncadır. Bunun anlamı şudur: Nefs tezkiyesi için herkesin riayet etmesi gereken temel esaslar var ise de, biri diğerine eşit olmayan her bir insan için, kendine mahsus daha özel yollar da her zaman söz konusu olabilecektir. Nefs, varlık yapısı itibariyle “sürekli ve ısrarlı bir şekilde kötülük emreden”2 bir mahiyete sahiptir. Allah Resûlünün dualarında beyan ettiği gibi “Bir an bile kendisine fırsat verilmemesi gereken” bir iç düşmandır. Bu düşmanı etkisiz hâle getirmek ve onu Allah’ın ölçülerine içtenlikle teslim olacak bir kıvama eriştirmek, zorun zoru bir mücâhededir. Allah’ın yardım ve inâyeti olmadan bu savaşta muzaffer olmak imkânsızdır. Nitekim şöyle buyrulmuştur:
“Ey iman edenler! Şeytanın adımlarına uymayın. Kim şeytanın adımlarına uyarsa, bilsin ki o, hayâsızlığı ve kötülüğü emreder. Eğer Allah’ın size lütfu (fazlı) ve rahmeti olmasaydı, sizden hiçbiriniz asla temize çıkamaz (tezkiye olamaz)dı. Fakat Allah, dilediği kimseyi tezkiye eder (tertemiz kılar). Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” (Nûr Sûresi, 21)
Evet, tezkiye-i nefs için Rahmân’ın rahmetine ihtiyaç zaruridir. Nitekim Yûsuf Sûresi’nde Yûsûf –aleyhisselâm-’ın dilinden3 bu hakikat şöyle bildirilir: “Ben (kendi imkân ve kudretimle) nefsimi temize çıkarmam söz konusu olamaz; çünkü Rabbimin rahmeti erişmeyecek olursa, her bir nefis, aşırı derecede kötülüğü emreder.” (Yusuf Sûresi, 53) Öyleyse nefsin tezkiyesi için anahtar cümle: Rabbin rahmetine mazhar olmak ve ilâhî rahmet deryasından nasip almaktır. Peki bu nasıl mümkün olabilecektir? Allah dilediğine rahmetini has kılabilir mi? Elbette, evet. İlâhî iradeye kim sınır koyabilir ki? O, dilediği kullarına hiçbir karşılık beklemeden rahmetini bol bol ihsan eder. Diğer bir soru: Kul, ilâhî rahmeti üzerine çekecek vesilelere sarılmak suretiyle rahmete erebilir mi? Rabbimizin izniyle elbette erişebilir. Öyleyse nefs tezkiyesi adına bu açık kapı, esasen büyük bir kapıdır. Rahmân ve Rahîm olan Rabbimiz, kullarını sürekli bu büyük kapıya davet eder: “Allah’a iman edip O’na sımsıkı sarılanları (Allah), kendisinden bir rahmet ve lütfa kavuşturacak ve onları kendisine varan doğru bir yola iletecektir. (Nisâ Sûresi, 175) Kur’ân-ı Kerim’de, ilâhî rahmetten nasip alacak kimseler muhtelif âyetlerde beyan edilir. Buna göre: • Îmân ve Allah’a tam bir teslimiyet gösterenler bu rahmete erişecektir4. • Kur’ân-ı Kerim, Hak’tan gelen bir rahmet kaynağıdır5. Onunla bütünleşenler, mesajı ile hayat bulanlar ilâhî rahmet deryasında arınacak ve terakki edeceklerdir. • Peygamberler ve hususiyle Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve aleyhim ecmaîn- Hakk’ın beşeriyete rahmetidir6. Onların elinden tutan, rehberliklerini kabullenen ve yollarını yol edinenler, ilâhî tezkiyeden nasip alacaklardır. • Allah yolunda O’nun adına mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler7. • Yeryüzünde olanlara şefkat ve merhametle yaklaşanlar, ilahî rahmeti üzerlerine celbedeceklerdir. Bu anlamda yaratılmışlara hizmet etmek, nefs tezkiyesinin önemli bir vesilesidir. • İmtihanlar karşısında tam bir sabırla güzel bir duruş sergileyip “Biz Allah’a aitiz ve yalnız O’na dönecğiz” şuuruna sahip olanlar, Rablerinden büyük bir rahmete mazhar olacaklardır8. Şu âyet-i kerimede rahmete vesile olan diğer hâl ve davranışlar, bir arada şöylece zikredilir: “Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar. Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirler. Allah’a ve Resûlüne itaat ederler. İşte bunları Allah rahmetine mazhar kılacaktır. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Tevbe Sûresi, 71) Rahmete vesile olan bu hususlar, aynı zamanda tezkiye vesileleridir. Nefsin tezkiyesi bu vesilelere ciddi bir irade ve sağlam bir niyetle sarılmakla sağlanabilir. Fakat birçok kimse tezkiye adına bu iradeyi gösteremez. Bu itibarla Yüce Rabbimiz, peygamberlerini yukarıda sayılan ve sayılamayan daha nice vesileleri kullanarak, kullarını tezkiye etmekle vazifelendirilmişlerdir. Tezkiye ve takvâ liderliği, bu yönüyle bir zarurettir. Peygamberlerin bulunmadığı zaman ve zeminlerde ise Peygamber ahlâkı ile bütünleşmiş Rabbânî âlim ve ârifler, onlara verasetle bu yüce terbiye ve tezkiye vazifesini yürütegelmişlerdir. Ham insanın pişirilerek olgunlaştırıldığı bu ocaklarda uygulanan eğitim müfredâtı, Rabbânî ve nebevî kaynaklardan beslenegelmiştir. İnsan fıtratında mevcut bulunan şahsiyet tohumları, peygamber varisi ehliyetli bahçıvanlar tarafından, ilâhî rahmet damlalarıyla sulanmış ve geliştirilmiştir. Bu sürecin sıhhati, model şahsiyetin yetişmişliğine, arı duru oluşuna ve hasbî duruşuna bağlıdır. Hulasa nefsin kurtuluşu, Rabbin rahmeti ile buluşmasına bağlıdır. Öyleyse hem rahmeti çekecek vesilelere sarılmalı, hem de büyük bir tazarru ve niyaz ile rahmet niyazına durmalıdır. Dipnotlar: 1) Bkz. Şems Sûresi, 7-10. 2) Yusuf Sûresi, 53. 3) Bazı müfessirler bu ifadelerin Züleyha’ya ait olduğunu ifade ederler. 4) Bkz. Nisâ Sûresi, 175. 5) Bkz. Arâf Sûresi, 203; Yûnus Sûresi, 57. 6) Bkz. Enbiyâ Sûresi, 107. 7) Bkz. Tevbe Sûresi, 20-21. 8) Bakara Sûresi, 156-157.