Altınoluk Dergisi, 2011 – Aralık, Sayı: 310, Sayfa: 026
“Öyle uzun ömürler vardır ki, manevî feyz ve bereket yönünden nasibleri pek azdır. Yine öyle ömürler de vardır ki, belki kısadır ve fakat mânevî ihsân ve ikrâm bakımında çok büyük bereketlere mazhar olmuşlardır.
Ömrü kendisine bereketlendirilen kişi az bir zaman içinde Allâh Teâlâ’nın öyle lütuf ve ihsânlarına erişir ki, bunları ne sözle ifâde etmek mümkündür, ne de işâretlere sığdırmak imkân dahilindedir.
İbn Atâullah el-İskenderî -kuddise sirruh-
Şu kazanç ve kaybetme diyârı diyebileceğimiz dünya hayatında, hiç şüphesiz en önemli sermâyemiz ömrümüzdür. Cüneyd-i Bağdâdî -kuddise sirruh- der ki:
“Dünya hayatının bir günü, benim için âhiretin bin yılından daha hayırlıdır. Zîrâ bu dünyada kaldığımız sürece hayırlı ameller işlemek ve kazançlarımızı artırmak mümkündür. Bu âlemden göçtükten sonra ise artık böyle bir fırsatımız olmayacaktır.”
Uzun ömürlü olmak, çok yaşamak mıdır? Diğer bir ifâdeyle her uzun ömür süren kimse, sonuçta kazançlı mı çıkar? İbn Atâullah -kuddise sirruh- bu sırra şöyle işâret eder:
“Öyle uzun ömürler vardır ki, manevî feyz ve bereket yönünden nasibleri pek azdır. Yine öyle ömürler de vardır ki, belki kısadır ve fakat mânevî ihsân ve ikrâm bakımında çok büyük bereketlere mazhar olmuşlardır.”
İşin sırrı “bereket”te; yani ömrümüzün, amellerimizin, işimizin ve hatta bize lutfedilen her şeyin özüne bırakılan husûsî rahmette. Rabbimizin işlerimizi kolaylaştırıp, bizi en hayırlı olana yönlendirmesi anlamındaki “tevfîk”ınde. Biri bin yapan tasarrufunda.
Berekete nâiliyet sırrında, kula ait niyetlerin, yönelişlerin, mücâhedelerin ve gayretlerin hiç değeri yok mudur? Elbette vardır; vardır ama, ilâhî ihsânların (fazl ve mevhibelerin) yanında âdetâ yok gibidir. Yok gibidir ve fakat çok değerlidir. Kulun bir adımına Mevlâ’nın on adımla karşılık verdiği düşünülürse, Hakk’ın bereket hazinelerinin açılmasında, kulun bu cüz’î irâde ve gayretlerinin bir anahtar vazifesi gördüğü söylenebilir. Öyleyse hiçbir şey anlamsız değildir. Fakat her tohumun küllî irâdedeki nasibinin de farklı farklı olduğunu bilmek gerekir. Bu itibarla berekete ulaşmak için var gücümüzle gayrete soyunmalı ve fakat nasipleri çoğaltacak olanın da ancak Yüce Allah olduğu hiçbir zaman unutulmamalıdır.
Kur’ân-ı Kerim’in haber verdiğine göre Nûh -aleyhisselâm- kavmi arasında 950 sene kaldı. Onları Hak ve hakikate davet etti. Fakat kendisine inananların sayısı ancak bir gemiyi dolduracak kadardı. Fahr-i âlem -sallallahu aleyhi ve sellem-’in ise 23 yıl gibi çok uzun olmayan tebliğ süresinin sonunda 150.000 kadar sahabisi imanla şereflenmişti. Nasiplerin bu dağılımında, zâhiren yüzlerce sebep ve hikmet sayılabilirse de bu fotoğrafta görülen hâkim renk, ilâhî ikrâm ve ihsânın her bir kula farklı farklı lütfedilmesidir, denilebilir. Öyleyse berekete ulaşmak için Rabb’in fazlından (herhangi bir amel karşılığı olmayan hususî ikrâm ve ihsânından) istemelidir. Zira tavsiye edilen budur:
“Allah’ın kiminizi kiminizden üstün kıldığı hususları temenni edip durmayın. Erkeklere kazandıklarından bir pay, kadınlara da kazandıklarından bir pay vardır. Siz Allah’ın fazlından (karşılıksız ihsân ve ikrâmını) isteyin. Şüphesiz ki Allah, her şeyi bilendir.” (Nisâ Sûresi, 32)
İnsan, sa’y ü gayretinin sonucunu mutlaka görecektir. Allah hiçbir kulunun hiçbir amelini asla zayi etmeyecektir. Bu, Yüce Rabbimizin koyduğu temel bir kanundur (sünnetullahtır). Fakat bereket ayrı bir sırdır. Bir güzel davranışa on misliyle karşılık verilebildiği gibi, yedi yüz misliyle ve hatta daha fazla da karşılık verilebilmektedir.
Kimilerine Allah zâhiren kısa bir ömür vermiştir; fakat ona büyük bir bereket lütfetmiştir.
Meselâ İmâm Gazzâlî (d. 1058 – v. 1111) 53 yaşında vefat etmiş büyük bir İslâm âlimidir. Bu büyük âlim, İslâmî ilimlerde öyle bir seviyeye erişmiştir ki, birçok alanda Gazzali’den önce ve Gazzali’den sonra diyerek ilimler tarihinde sınıflamalar yapılmıştır. İmâm-ı Nevevî’nin hocası Tiflisî’nin verdiği bilgiye göre, Gazzâlî’nin yazdığı eserlerin sayfa sayısı, ömrüyle kıyas edilince her gününe kırk sayfa düştüğü görülmüştür.
Zehebî’nin “Seyyidü’l-muhaddisîn” (hadis âlimlerinin Efendisi) diye isimlendirdiği İmâm Nevevî (d. 1234 – v. 1277) Hazretleri de 43 yaşında vefat etmiştir. Bu kısa ömrüne rağmen, hadis ve fıkıh ilminde eşine az rastlanan bir berekete nâil olmuştur. Bugün İslâm dünyasında en fazla okunan ve ezberlenen hadis kitâbı diyebileceğimiz “Riyâzü’s-salihîn”, bu zatın İslâm ümmetine miras bıraktığı onlarca eserinden sadece birisidir.
Tasavvuf ulularının dört büyük kutuptan biri olarak kabul ettiği ve Desûkiye tarikatının pîri kabul edilen İbrâhim Desûkî Hazretleri (d. 1235 – v. 1277) de şu fânî âlemde 43 senelik bir ömür sürmüştür. Fakat zâhiren bu kısa ömrüne öyle bir bereket iksîri lutfedilmiştir ki, hâlâ söz ve hâlleriyle irşâdı devam etmektedir.
Yine altın silsilenin kol başlarından Halid-i Bağdâdî Hazretlerinin (d.1778-v.1827) 50 yıllık ömrüne öyle bereketler lutfedilmiştir ki, İslâm dünyasının birçok bölgesine ilim, irfân ve irşâd hizmeti taşıyan 90 kadar kâmil halife yetiştirebilmiştir.
Yılların, ayların, günlerin ve hatta “an”ların bereketlenmesi. İşte ömürlük dava! Bir günün içine, belki bin gün sığdırmak! Mümkün mü? Allah’ın izniyle evet. Büyüklerin tayy-i zaman (zamanın dürülmesi) dedikleri hâlin bir yansıması da belki de böyle tecelli etmektedir. Bir geceye bin aydan daha fazlasını sığdıran Allah için, bu söylenilenler elbette zor değildir.
Ebu’l-Abbas el-Mürsî -kuddise sirruh- buyurur ki: “Bizim her ânımız bir kadir gecesidir.” Şu ufka bir bakın ve huzurunda saygıyla eğilin.
Söze bereket verilirse, asırlar geçer de unutulmaz; tatlı bir ırmak gibi uğradığı her gönlü diriltir ve neşelendirir.
Mala bereket verilirse, şu fânî âlemde nice dertlere çâre olur, bir sadaka-i câriye hâlinde kıyâmete kadar akar da akar…
İrşâd ve tebliğ hizmetine bereket verilirse, kıtalar aşar, asırlar aşar ve nice yürekleri nûrlandırır ve zifiri karanlık yolları aydınlatır.
Bereketten mahrûmiyet, ilâhî feyizden nasip alamamaktır. Bu ise sermâyenin kâra geçememesi ve hatta kaybıdır. Ömür sermâyesini hüsrâna mahkûm etmemeli, îmân, sâlih amel, hakkı ve sabrı tavsiye ile Rabbin bereket hazinelerine yönelmenin derdine düşmelidir.
Bunun için de;
“Allahım! Ümmetimin erken vakitlerine bereket ver!” diye niyaz eden Allah Resûlünün bu duasına mazhar olmak için, seherden başlamak üzere günün ilk vakitlerini uyanık geçirmeli.
Allah’ın verdiği akıl ve gönlü aktif ve diri tutmalı.
Tembellikten ve acizlikten Hakk’a sığınmalı.
Saati nimet bilip rastgele yaşamamalı.
Boş söz ve işlerden (mâlâyânî) yüz çevirip, dünya ve ahirette bize faydası olacak iş ve amellere yönelmeli.
Bir iş, bir amel bitince, diğer bir iş ve amelle dinlenme yolunu seçmeli.
Ehem-mühim sıralaması yapıp manevî kazancı artırmanın yolunu bulmalı.
Bütün bu sebeplere sarılmakla birlikte, sebeplere değil, bereketin kaynağı olan Rabbe güvenmeli ve her dâim söz ve amellerimizi O’nun fazlını istemeye birer vesile kılmalı, vesselâm…
Not: Muhterem okuyucularımız. Rabbimizin lütfu ile kırk aydır devam etmekte olan İbn Atâullah el-İskenderî -kuddise sirruh- ile hikmetlere yolculuğumuz, bugün bizi büyük ve azametli bir kapının eşiğine getirdi. Rabbimiz bu büyüğümüze rahmetini cömertçe ikrâm etsin! Ona lutfettiği fuyuzâtdan ve hikmetinden bizleri de nasibdâr eylesin. Âmin!. Geldiğimiz büyük kapı el-Hakîm olan Rabbimizin hikmetler deryâsı olan Kur’ân-ı Kerim kapısıdır. Rabbimizden edeb niyaz ediyor, lutfen ve keremen bu yüce kapının yüreklerimize açılmasını niyaz ediyoruz. Yâ Müfettiha’l-ebvâb iftah lenâ hayra’l-bâb!