Altınoluk Dergisi, 2012 – Mart, Sayı: 313, Sayfa: 010
Peygamberler, bütün insanlığın Allah’ın rızası istikametinde terakkisi için, öncü ve örnek olarak seçilmiş kâmil insanlardır. İnsaniyet burcunun tepe noktasında onlar bulunur. Bu itibarla herhangi bir insanın insaniyet kalitesi, onlara inanç, fikir, duygu, ahlâk ve davranışta yaklaşabildiği ölçüdedir. Evlat arzusu fıtrî bir arzudur. Her canlı varlığın kendini devam ettirme isteğinin tabiî bir uzantısıdır. Bitkilerde, hayvanlarda, cinlerde, insanlarda ve belki henüz keşfedemediğimiz daha nice varlıklarda böyle bir arzunun olduğu inkâr edilemez bir gerçektir. Diğer varlıkların çoğalma iradelerinin şekillenmesinde “nasıl bir nesil” kaygısının olup olmadığını bilmiyoruz. Bilmeden onlar hakkında değerlendirme yapmanın da, esasen câhilin cesareti olacağını ifade edebiliriz. Bu bakımdan şimdilik onları bilgi ve ilgi alanımızın dışında değerlendirip insanı, yani kendimizi gündeme almamız daha doğru olacaktır. İnsan söz konusu olduğunda da “Hangi insanın arzu ettiği nesil çerçevesi, sıhhatlidir?” sorusunun cevabı, elbette büyük önem arzetmektedir. Zira insan cinsi, artı sonsuz ile eksi sonsuz arasında gidip gelen bir varlıktır. Kur’ânî ifadeyle esfel-i safilîn ile ahsenî takvîm arasında inip çıkabilme potansiyelini taşıyan müstesnâ bir canlıdır. Zaman olur, hayvanlardan aşağı seviyelere düşer; yine zaman olur, meleklerin gıpta ile seyrettiği yüceliklere tırmanır. Öyleyse sıradan insanların hevâlarının çerçevesini belirlediği bir nesil değil, Rabbimizin “Razı olunmuş makbul insan/kul örneği” olarak insanlığa takdim ettiği peygamberlerin nesil arzularının çerçevesi elbette daha sıhhatli bir çerçevedir. İşte Kur’an hidâyeti peygamberlerin şahsında bu konuda da bize yol ve yön gösterir. Çok ilerlemiş yaşına rağmen, Rabbinden ümit kesmeyerek tertemiz bir nesil, arı duru bir evlat isteyen Zekeriyâ -aleyhisselâm-’ın şu yakarışı ne kadar anlamlıdır: “Bak işte orada Zekeriyya Rabbine şöyle yalvarmıştı: «Rabbim bana kendi katından tertemiz bir zürriyet (ذُرِّيَّةً طَيِّبَةً) ihsân eyle! Şüphesiz ki sen duayı hakkıyla işitensin.»” (Âl-i İmrân Sûresi, 38) Peygamber lisanından dökülen “zürriyyeten tayyibe/tertemiz bir nesil” ifadesi dikkat çekicidir. Evlat olsun da, ne ve nasıl olursa olsun anlayışı ile değil; çocuğum olsun ve fakat tertemiz olsun. İnançları, zihin dünyası, duygu dünyası, muameleleri ve hayatı kirlenmemiş bir nesil olsun, demektir. Kur’ân-ı Kerim bize, inançta Allah’a ortaklar koşmanın (şirkin)1 ve içi başka dışı başka çift kişilikli bir duruş sergilemenin (nifakın)2 bir necaset/pislik olduğunu beyan ettiği gibi, sarhoşluk veren içkilerin, kumarın, fala bakmanın da kişiliğimizi kirleten şeytânî pislikler olduğunu ve bunlara bulaşmamak gerektiğini de hatırlatır.3 Yine aynı şekilde Allah’ın haram kıldığı leş, domuz eti ve akmış kan yemenin de tertemiz fıtratı kirleteceğine işâret edilir4. Bunun anlamı, ilâhî hudutların dışına taşan her inanç, fikir, ahlâk, hareket ve davranış, benlikteki arınmışlığı zedeleyen ve hatta kirleten bir fonksiyon icra eder. Arı duru bir nesil, zâhirî ve batınî, görünen ve görünmeyen her çeşit kir ve pastan kendini koruyan nesildir. Yüce Rabbimiz Zekeriyya -aleyhisselâm-’ın bu tertemiz zürriyet talebine, adını Yahyâ diye isimlendirdiği tertemiz bir evlatla karşılık verir ki, Yahyâ -aleyhisselâm- ile ilgili sayılan vasıflar, sanki bize tertemiz bir neslin (ذُرِّيَّةً طَيِّبَةً) çerçevesini sunar gibidir: “O (Zekeriyya) ma’bedde namaz kılarken ayakta olduğu bir sırada, melekler ona şöyle nidâ ettiler: «Doğrusu Allah, sana Allah’tan gelen ilâhî kelâmı5 tasdik eden, efendi (seyyid) bir kişiliğe sahip, nefsânî arzularına karşı kendini tutabilen iffet sahibi (hasûr) ve sâlihlerden bir peygamber olarak Yahyâ’yı müjdeliyor!» (Âl-i İmrân Sûresi, 39)
Yahyâ -aleyhisselâm- ile ilgili zikredilen:
“Musaddik”,
“Seyyid”,
“Hasûr” ve “İlâhî vahye mazhar olabilecek sâlih bir kul olma” özellikleri dikkat çekicidir. Bu temel vasıflar Allah nazarında tertemiz bir neslin (ذُرِّيَّةً طَيِّبَةً) en temel özelliklerine işâret etmektedir. “Musaddik”, Hak’tan gelen ilâhî vahiyleri ve elçileri kabullenen, onlara ve onların mesajının hayat bulmasına destek olan, îmân ve tevhid eri demektir. Hakk’ı ve Hak’tan geleni kabullenmeyen ve onların aleyhinde bulunan kimseler, şahsiyetlerini kendi arzularına göre şekillendireceğinden ve insan nefsi de ilâhî bir terbiye ve nebevî bir tezkiye (arınma) görmediği sürece hep kötülüğü emredeceğinden6, böylelerinin arı duru bir insan olmaları imkânsız gibidir. Yani temiz nesil, vahiyle buluşan ve ona teslim olup arınan nesildir. Nitekim Hz. İbrahim, Hz. İsmâil ve Hz. Yakup –aleyhimesselâm-’ın şu duaları, arzulanan neslin bu yönüne ışık tutar niteliktedir: (Hz. İbrâhim ve oğlu İsmâil şöyle yalvarıyorlardı): “Rabbimiz! Bizi sana tam teslim olan kimseler eyle ve neslimizden de sana teslim olan bir ümmet çıkar.” (Bakara Sûresi, 128) İbrâhim ve Yakub oğullarına bunu (Hakk’a teslimiyet gerçeğini şöyle) vasiyet etti: “Ey oğullarım! Şüphesiz ki Allah, sizin için bu dini seçti; öyleyse siz ancak (Allah’a) teslim olmuş kimseler olarak can verin!” Yoksa siz Yakub’a ölüm geldiği zaman yanında mı idiniz? O zaman oğullarına: «Benden sonra kulluğunuzu/ibâdetinizi kime ve neye yapacaksınız?» Demişti. (Oğulları da:) «Senin İlâhın ve ataların İbrâhim, İsmâil ve İshâk’ın İlâhı olan bir tek İlâha (yani Allah’a) kulluk edeceğiz. Zaten biz O’na teslim olmuş kimseleriz, diye cevap vermişlerdi.” (Bakara Sûresi, 32-33) Buradan anlıyoruz ki, peygamberlerin gönlündeki nesillerin birinci vasfı, öncelikle Allah’a teslim olmuş tevhid ehli bir Müslüman olmalarıdır. Yani sıhhatli bir akideye sahip olmalarıdır. Zihnî ve kalbî bulanıklıktan ve tereddütlerden arınmış bir kişiliğe kavuşmalarıdır. Dilimize “Efendi” diye tercüme edegeldiğimiz ve yukarıdaki âyet-i kerimede zikredilen “Seyyid” kelimesi de Arapça’da,
• İkrâm ve ihsan edici vasfıyla hürmete şayan,
• Aklî olgunluğa sahip hilm ve vakar sahibi,
• Bâtıla ve yanlışa tevessül etmeden insanların sevgi ve saygısını kazanan ve nihâyet • Taşıdığı özellikler sebebiyle, akranlarının tabiî olarak önde gördüğü, başkanlığa ve liderliğe liyakati olan kimseler için kullanılır. Demek ki arzulanan neslin ikinci özelliği, efendiliği üzerinde taşıyan bir kişilik sergileyebilmektir. Önderlik yapabilecek şahsî bir kemâlâta sahip olmaktır. Rüzgara göre hareket eden değil, değerlerine göre yolunu ve yönünü tayin edebilen bir duruş ortaya koyabilendir. “Hasûr” kelimesi ise, • Elinde imkân ve iktidarı olduğu halde, kendisi için helal olmayan, nefsin her çeşit arzu ve şehvetlerine karşı iffetini muhafaza etmesini bilen kimse ve yine, • Dünyaya karşı aşırı hırslı olmayan zâhid bir kişilik için kullanılır. Öyleyse üçüncü özellik, dilini, ırzını, namusunu ve hatta gönlünü koruyabilen bir iffetliliktir. Hayâdır, hırstan arınmışlıktır, dengeyi gözetmesini bilmektir. Hülâsa lüzumsuz arzularının adamı değil, inanç ve değerlerinin adamı olmaktır. Peygamberlerin diğer bir arzusu da, nesillerinin, nebevî miraslarına sahip çıkacak kimseler olmalarıdır. Nitekim Zekeriyâ –aleyhisselâm-, Allah’tan nesil isterken bir gerekçe olarak bu hususu da açıkça ifade eder: “O, şöyle demişti: “Rabbim! Şüphesiz kemiklerim gevşedi. Saçım sakalım ağardı. Sana yaptığım dualarda (cevapsız bırakılarak) hiç mahrum olmadım. Gerçek şu ki ben, benden sonra gelecek akrabalarım(ın isyankâr olmaların)dan korkuyorum. Karım ise kısırdır. Bana kendi tarafından; bana ve Yakub hanedanına varis olacak bir çocuk bağışla ve onu rızana ermiş bir kimse kıl!” (Meryem Sûresi, 4-6) Burada da görüldüğü gibi peygamberler nesillerinin ilâhî vahye gönülleri açık insanlar olmasını istemişlerdir. Bu, Rabbin dostluğunu, rızâsını ve yakınlığını kazanabilecek bir gönül kıvamına sahip olmalarını istemek demektir. Rabbin mesajlarını sözlü ve sözsüz âyetlerden alabilecek, anlayabilecek ve onları hayata taşıyabilecek bir hassasiyet sahibi kimseler demektir. Bunun adı, sâlihlerden, âriflerden olmalarını istemektir. Yeryüzünde fitne ve fesadın, zulüm ve düşmanlığın değil, sulh u selâmetin, ülfetin ve adâletin temsilcisi ve müdafii olmaları demektir. İşte peygamberlerin gönlünde yatan nesillerin dördüncü vasıfları da budur. Beşinci bir vasıf da nesillerin namaz ve niyaz ehli olmalarıdır. Bunu da İbrâhim -aleyhisselâm-’ın şu yakarışında görüyoruz: “Ey Rabbim! Beni dosdoğru namaz kılmakda berdevam et. Zürriyetimden de (böylece namaz kılanlar meydana getir). Ey Rabbimiz, duâmı kabul buyur!” Netice olarak diyebiliriz ki, gözümüze ve gönlümüze sürûr verecek tertemiz neslin çerçevesi, Peygamberlerin duaları muhtevâsında bütün insanlığa apaçık bir şekilde sunulmuştur. Ancak bu mesajları doğru kavramak için de hem îmâna hem de îmanın aydınlattığı akl-ı selîme, Kur’ân-ı Kerim’in ifadesiyle “ülü’l-elbâb”7 olmaya ihtiyaç vardır. Dipnotlar: 1) Tevbe Sûresi 28. 2) Tevbe Sûresi 95. 3) Mâide Sûresi 90. 4) En’âm Sûresi 145. 5) Bazı müfessirler “Allah’tan olan kelime ile Hz. İsa’nın kastedildiğini ifade etmişlerdir. 6) Yusuf Sûresi, 53. 7) Ülü’l-elbâb: Özlerini kaybetmemiş, çürütmemiş, karartmamış, karanlığa mahkûm etmemiş gerçek akıl sahipleri demektir.