Kitap içeriği ile ilgili kısa bir özet…
İnsan, varlık sahnesinin şeref misafiri olarak dünyaya gelir. Ancak o, bu şerefini çoğu zaman kavrayamaz, kavrasa da koruyamaz ya da geliştirip büyütemez. İçinde sırlanan nice istidat tohumlarının yeşermesine, gelişip boy atmasına fırsat ve belki de imkân bulamaz. Kimi zaman gafleti, kimi zaman cehâleti, kimi zaman da yanlış ellere ya da yollara düşmesi sebebiyle kendine yazık eder.
Fıtratın beyaz sayfasına rastgele çizikler atarak, güzel bir sanat eseri ortaya çıkarmak, mümkün değildir. Yine aynı şekilde yanlış bilgi ya da yönlendirmelere kanarak, sıhhatli bir gelişim yolculuğunda ilerlemek de söz konusu olamaz. Öyleyse sinemizde barındırdığımız insaniyet tohumunun, bereketli bir şekilde dal budak salması ve hatta meyveye durmasın için usul ve üslup ne ve nasıl olmalıdır?
İşte burada insanı varlık sahnesine çıkaran Yüce kudretin, onu niçin var ettiği sorusuna doğru bir cevap vererek işe başlamak gerekiyor. Esasen insanlık tarihi boyunca eğitim hedeflerinin, metodolojilerinin ve sonuçlarının belirlenmesinde ve değerlendirilmesinde, belki de en belirleyici nokta, bu sorunun cevabına verilen farklı yaklaşımlarda saklıdır. Şöyle ki:
- Kimileri böyle bir yaratıcıyı yok sayarak işe başlar. Hayatı rastgele, içinden geldiği gibi, diğer bir ifadeyle terbiye görmemiş nefsânî içgüdülerine (nefsinin hevâsına, libidosuna) tam teslimiyet göstererek yaşar. Böylelerinin eğitimden ve terbiyeden anladığı, nefsinin arzularını en üst düzeyde tatmin etmeye vesile olacak bir takım bilgi ve becerileri kazanmak, sertifakalar ve diplomalar elde etmek ve nihâyet şu dünya hayatında, benzerleri arasında itibar sahibi olabilecek bir noktaya ulaşabilmekten ibarettir.
- Kimileri de vardır; Yüce Yaratıcıyı kabul etmekle birlikte, kendi aklını ve tecrübesini daha güvenilir bulur. Böyleleri de Hak’dan gelen mesajları bilip öğrenseler de, onları birincil referanslar olarak görmezler ve sıradan bir bilgi mesabesinde değerlendirirler. Bu itibarla da, kendi kişisel gelişimlerinde ve terbiyelerinde, söz konusu ilâhî mesajları yol gösterici kılavuzlar ve işâretler olarak benimsemezler. Elde ettikleri neticeleri itibariyle de, birincilerden çok da farklı sonuçlara erişemezler.
- İlâhî mesajları kendi gelişim seyirlerinde belirleyici bir referans olarak görenler arasında da farklı yaklaşımlar vardır. Bunlardan bazıları, ilâhî mesajları, kendi ön kabulleri çerçevesinde yorumlayıp, istedikleri gibi anlamak isteyenlerdir. Esasen bu gibi kimseler de, görünürde Rabbânî ölçüler içinde hareket ediyor gibi olsalar da, hakikatte kendilerini vahyin peşinde değil, önünde gören kimselerdir. Diğer bir ifadeyle böyleleri, vahye teslimiyet göstermek değil, vahyi teslim almak gibi gizli bir iddianın bilerek ya da bilmeyerek içine düşmüşlerdir.
- Eğitimin hedefi, usûlü ve neticelerinde Rabbe güvenip dayanan ve O’na tam teslim olma yolunda çaba sarfeden kimseler ise, işte Rabbin terbiyesine girenler ancak böyleleridir. Hak mektebinin talebeleri olan bu kimseler, sonuçta Rabbânîler olarak yeryüzünde Hakk’ın temsilcileri ve şahitleridirler. Bu gibilerin özlerinde ve yüzlerinde çok farklı bir nûrânî boya vardır. Bütün âlemlerin yaratıcısı, sahibi ve terbiye edicisi olan Rabbimiz, işte bu terbiye sırrına işâretle buyurur ki:
“Siz Allah’ın verdiği rengi alınız. Allah’ın boyasından daha güzel boya vuran kim olabilir? “Biz ancak O’na ibadet ederiz (deyiniz). (Bakara Sûresi, 138)
İnsanı tanımayan onu geliştiremez. İnsan ise hâlâ meçhul/bilinmez olmaya devam etmektedir. Onun beden yapısının bile keşfedilemeyen sayısız karanlık noktaları mevcut iken ve yine onun ruh dünyasına yönelik bilgilerimiz, küçük bilgi kırıntılarından öte geçmez iken, insanı bu seviyede beşerî bilgilerimize güvenerek geliştirme çabalarımız, hiç şüphesiz daima eksik ve hatta zaman zaman küçük-büyük yanlışlarla malul/hastalıklı olmaya mahkûm olacaktır. Fıtrata cehâletle yapılan müdahaleler, onu geliştirmek değildir; tam aksine ifsâd etmektir. Bunun içindir ki, insanın eğitiminde, yaratana teslim olmak en emniyetli yoldur. Nitekim Yüce Rabbimiz şöyle buyurur:
“Andolsun ki, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine neler fısıldadığını da biliriz. Biz ona şahdamarından daha yakınız.” (Kâf Sûresi, 16)
Tüm varlığı terbiye edip geliştiren âlemlerin Rabbi olan Mevlâmız, insanın terbiyesi için insanlığa son mesajı olan Kur’ân-ı Kerim’de bir çerçeve planı sunmuş ve o planın pratiğini de son Peygamber Muhammed Mustafâ –sallallahu aleyhi ve sellem- eliyle göstermiştir.
Bize düşen Kur’an’da gösterilen ve takip edilmesi istenen yol haritasını doğru anlamak ve şahsiyetimizin terakki ve tekâmülünü bu esaslar üzerine binâ edebilmektir. İşte bu kitabımızda, ilâhî terbiyenin sırlarını keşfe doğru bir yolculuk denemesi yapılacaktır. İnşaallah Mevlâmız refikimiz olur da, bize emânet ettiği insaniyet cevherini zayi edenlerden olmayız. Zât-ı ulûhiyyetinin bizde görmek istediği seviye ve kaliteye, yine O’nun yardım ve inâyetiyle ulaşmış oluruz.
Şayet bu terbiye yolculuğumuz başarılı bir şekilde gerçekleşecek olursa, neticede:
- Hedeflerimiz O’na göre belirlenecek,
- Hayata bakış açılarımız O’na göre şekillenecek,
- Düşünce ve duygu dünyamızın odak noktasında hep O olacak,
- Varlığın yeri ve konumu yüreğimizde doğru bir yere oturacak,
- Dünümüz, bugünümüz ve yarınımıza dair inanç ve fikir dünyamız netleşmiş olacak,
- Davranış kodlarımız, iletişim üslûbumuz, edeb ve ahlâkımız hep Rahmân’ın belirlediği ölçüler içinde tanzim edilecek,
- Ve nihâyet gözümüz, kulağımız, dilimiz, elimiz, ayağımız ve kalbimiz, hep O’nun istediği ölçüler içinde, âdetâ Rabbânîleşecek ve sonuçta da yeryüzünde O’nun hem bir şâhidi, hem de nâîbi/halifesi olma liyakatine ermeye çalışacağız. İşte bu niyetle,
“Bismillâhi Rabbi’il-âlemîn…” diyerek O’ndan yardım niyaz ediyor ve yola çıkıyoruz.
Dr. Âdem Ergül
İstanbul Nisan 2014
“Bütün varlıkların sahibi, terbiye edip kemâle erdireni olan Allah’ın adıyla ve yardımıyla…”