Altınoluk Dergisi, 2012 – Aralık, Sayı: 322, Sayfa: 006
Son nefes, kimsenin kendisinden kaçamayacağı mutlak bir kaderdir. Zamanı, mekânı ve şeklini kimsenin tayin edemediği ve bilemediği sırlı bir hâdisedir. Bütün bilinmezlikler, insanda ürperti ve endişe doğurur. Ölümle ülfet edenler ve hatta onu dosta kavuşma müjdesi gibi görenler var ise de çoğu zaman ölüm, nice gönülleri tir tir titretir. Ölümü yaşayanlar, bu tecrübelerini kimseyle paylaşma fırsatı bulamadıklarından herkes ölümü bizâtihi yaşar ve tecrübe eder. Bu bakımdan son nefes manzaraları, ölümü tadanların sayısı kadardır. Hiçbir ölüm tablosu diğerinin aynı değildir. Rabbimiz Kur’ân-ı Kerim’de bu sırlı perdeyi kısmen açar ve âdetâ “İş bildiğiniz gibi değil” buyurarak karşılaşılacak manzaraları, yaşanılacak hâlleri, kişilerin durumuna göre ayrı ayrı tasvir eder. Meselâ inkârcılarla ilgili şu ölüm tablolarına bir bakın: “Hayır, iş bildiğiniz gibi değil! Can boğaza dayandığı, “Kimdir (bunu) iyi edecek?” dendiği, (ölmek üzere olanın da) bunun ayrılış olduğunu bildiği, bacakların birbirine dolandığı zaman, işte o gün sevk ediliş, yalnız Rabbinedir.” (Kıyâmet Sûresi, 26-30) “Melekler, kâfirlerin yüzlerine ve sırtlarına vura vura ve “haydi tadın ateş azabını” diyerek canlarını alırken bir görseydin.” (Enfâl Sûresi, 50) “ÉÖlümün şiddetleri içinde, meleklerin de pençelerini uzatarak kendilerine Ç(Haydi bakalım), canlarınızı kurtarın! Allaha karşı haksız olanı söyleyegeldiğiniz, Allahın âyetlerinden kibirlenerek uzaklaşmış olduğunuz içindir ki bugün hakaret azâbıyle cezalandırılacaksınızÈ (dedikleri zaman) sen o zâlimleri bir görmelisin!” (En’âm Sûresi, 93) Şu âyetlerde de sâlihlerin ve fâcirlerin ölüm halleri karşılaştırılarak verilir: “Can boğaza geldiğinde ve siz de ona bakıp duruyorken; biz ona sizden daha yakınız ve fakat siz göremezsiniz. Eğer (kıyamette dirilip) hesaba çekilmeyeceğiniz sözünde doğru iseniz, o (çıkmakta olan can)ı geri çevirseniz ya! Eğer (ölen kişi) Allah’a yakın kılınmışlardan (mukarrebînden) ise, ona rahatlık, hoş kokulu güzel rızık ve Naîm (bol nimet) cenneti vardır. Eğer (ölen kişi amel defteri sağ eline verilecek) bahtiyar kimselerden ise kendisine: ÇBahtiyar kullardan sana selâm var! (Sen selâmettesin, denilir.) Ama haktan sapan yalancılardan ise, işte ona da kaynar sudan bir ziyafet vardır. Bir de cehenneme atılma vardır. İşte, hakkında hiç şüphe olmayan gerçek budur!” (Vâkıa Sûresi, 83-95) Evet, her can ölümü tadacaktır. Buna hiç şüphe yok. Ancak herkesin tadışı farklı olacak. Kimi acıyı, azabı ve cezayı tadacak, kimi de cennet nimetlerini hissederek ve lezzetine vararak bu âlemden, ebediyet âlemine buyur edilecek. Herkes, Allah’a dönecek; ancak kimi gazabına mazhar olacak, kimi de lütuf ve ihsanına gark olacak. Ölüm hâlinin bir zâhiri var, bir de herkesin dıştan görüp hissedemediği bâtını var. Ölümün dış görünüşü zâhiren güzel görünse de hakikatte ölen kimsenin ne acılar yaşadığını, Allah’tan başka kimse bilemez. Yine dış görünüşü itibariyle çok acılar çekildiği zannedilse bile, işin bilinmeyen yönünde ne tür manevî lezzetlerin yaşandığı farkedilemez. İşte bunun içindir ki, “Siz ölen kimseye sadece baka kalırsınız; biz ise ona sizden çok daha yakınız ve fakat siz göremezsiniz” buyrulmuştur. Ölümün bir lezzete dönüşmesi, ilâhî ikrâm ve ihsânlar içerisinde ve hatta meleklerden oluşan bir karşılama ekibi ile âdetâ bir törenle gerçekleşmesi, kulun hayatını îmân ve istikâmet üzere geçirmesine bağlıdır. Kul, haramlardan kaçınıp farz ve nâfilelerle Hakk’a kurbiyyetini (yakınlığını) artırdıkça ölümünü de güzelleştirmiş olur. Nitekim istikâmet sahibi mü’minlerin son nefes manzaraları şöyle tasvir edilir: “Şüphesiz “Rabbimiza Allah’tır” deyip de, sonra dosdoğru olanlar var ya, onların üzerine akın akın melekler iner ve derler ki: “Korkmayın, üzülmeyin, size (dünyada iken) va’dedilmekte olan cennetle sevinin! Biz dünya hayatında da âhirette de sizin dostlarınızız. Çok bağışlayan ve çok merhametli olan Allah’tan bir ağırlama ve ikrâm olarak, orada canlarınızın çektiği her şey sizin içindir.” (Fussilet Sûresi, 29-31) Evet, aslolan son nefestir. Büyük dava budur. Üstat Necip Fazıl’ın ifadesiyle:
O demde ki perdeler kalkar, perdeler iner
Azrâil’e hoş geldin diyebilmekte hüner
Son nefesi îmanla vermek, elbette sadece işlenen sâlih amellere bağlı değildir. İlâhî ikram ve ihsâna dâimâ muhtacız. Rabbimizin ikrâmları, amellerle de sınırlı değildir. Kimileri bir ömür cennet ehlinin amelini işlediği halde, cennete bir karış kala ĞAllah muhafaza buyursun- cehennem ehlinin düştüğü tehlikeli hallere düşer de îmandan mahrum bir şekilde hayatını sonlandırır. Kimileri de cehennem ehlinin amelini işleye işleye bir ömür sürüp giderken, cehenneme bir adım kala ilâhî hidâyetle buluşur ve cennet ehli arasına girer. Bunlar sırrını beşerin çözemediği ilâhî tecellîlerdir. Bu sırr-ı ilâhî, müminlerin amellerine güvenmeyip daimî bir sûrette Allah’a karşı duâ ve niyaz duyguları içerisinde, son nefes endişesi taşıya taşıya bir ömür sürmelerini gerekli kılar. Ve yine hiç bir kimseyi küçük görmeme bakış açısı kazandırır. Fakat âlemde görülen umûmî sünnetullah şudur ki: Kişi nasıl yaşarsa öyle ölür. Nasıl ölürse de öyle diriltilir. Rivâyete göre bir terzi, sâlihlerden bir zâta:
“ĞRasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in: ÇAllâh Teâlâ, kulunun tevbesini, canı boğazına gelmediği müddetçe kabûl eder.È (Tirmizî, Deavât, 98/3537) hadîs-i şerîfi hakkında ne buyurursunuz?” diye suâl etti. O zât da sordu:
“ĞEvet, böyledir. Ama senin mesleğin nedir?” “ĞTerziyim, elbise dikerim.” “ĞTerzilikte en kolay şey nedir?” “ĞMakası tutup kumaşı kesmektir.” “ĞKaç seneden beri bu işi yaparsın?” “ĞOtuz seneden beri.” “ĞCanın gırtlağına geldiği zaman, kumaş kesebilir misin?” “ĞHayır, kesemem.”
“ĞEy terzi! Bir müddet zahmet çekip öğrendiğin ve otuz sene kolaylıkla yaptığın bir işi o zaman yapamazsan, ömründe hiç yapmadığın tevbeyi o an nasıl yapabilirsin? Bugün gücün kuvvetin yerinde iken tevbe eyle! Yoksa son nefeste istiğfar ve hüsn-i hâtime nasîb olmayabilir… Sen hiç: ÇÖlüm gelmeden evvel tevbe etmekte acele ediniz!È (Münâvî, V, 65) sözünü işitmedin mi?”
Evet, son nefeste iş bildiğimiz gibi değil!